Yazılanlar

Yazılanlar
  1. Ertan Örgen - GEÇMİŞ ZAMAN PARODİSİNDE HAYALETLER
  2. Suavi Kemal Yazgıç - Cemal Şakar Öyküsünde Anlatılmayanın Poetikası
  3. Yıldız Ramazanoglu - Utanç
  4. FERHAT ÇİFTÇİ - ÂYÂT VE HİKÂYÂT
  5. HASİBE ÇERKO - KARA’DA GÖÇEBE DİL VE YERSİZYURTSUZLUK
  6. HANDAN ACAR YILDIZ - CEMAL ŞAKAR’DAN ÖRNEKLE SOSYAL ÖYKÜDE BİREYLİĞİN ROLÜ
  7. ÖMER LEKESİZ - CEMAL ŞAKAR ÖYKÜLERİNDE FİZİKLE META-FİZİK DİLİN İZDİVÂCI
  8. İSA KOYUNCU - CEMAL ŞAKAR
  9. CEMAL ŞAKAR’IN ÖYKÜCÜLÜĞÜNE GENEL BİR BAKIŞ ve YOLCULUK ÖYKÜSÜNÜN TAHLİLİ -Orhan Güdek
  10. PORTAKAL BAHÇELERİ - ALİ IŞIK
  11. DİLE KOLAY 35 YIL - Suavi Kemal Yazgıç
  12. Kendi izinde yürüyen adam... Güray Süngü
  13. Soruları Derinleştirmek Ya Da Edebiyat Ne Söyler? - Güven Adıgüzel
  14. CEMAL ŞAKAR’IN ÖYKÜCÜLÜĞÜ ÜZERİNE DÜŞÜNCE SEKMELERİ - Ali Emre
  15. ABDULLAH HARMANCI - "KARA GERÇEKLİK" PEŞİNDE
  16. 90 ÖYKÜSÜNÜN YENİ VE ÖZGÜN SESİ: CEMAL ŞAKAR - SENEM GEZEROĞLU
  17. Cemal Şakar’ın Hayalperdesi’nden Söyledikleri - Selim Somuncu
  18. CEMAL ŞAKAR - Mehmet Aycı
  19. HASAN AYCIN’IN ÇİZGİSİ - SUAVİ KEMAL YAZGIÇ
  20. Şimdiki Zamanın İzinde - Aykut Ertuğrul
  21. CEMAL ŞAKAR ÖYKÜSÜNÜN İZLEKLERİ - Osman Bayraktar
  22. “PENCERE” ÖYKÜSÜNÜN ÇÖZÜMLEMESİ - Ömer Lekesiz
  23. CEMAL ŞAKAR’IN HİKÂYÂT ADLI ESERİNDEKİ KÜÇÜREK ÖYKÜLERİN KUR’AN KISSALARI İLE İLİŞKİSİ - Bahtiyar Aslan
  24. CEMAL ŞAKAR’IN MEVLİT ÖYKÜSÜ: EDEBİYAT SOSYOLOJİ AÇISINDAN BİR DEĞERLENDİRME - M. Murat ÖZKUL
  25. Cemal Şakar'ın “Zarurat-ı Hamse” Ve “Renkler” Öykülerinde Mültecilik Teması - Yunus Emre Özsaray
  26. TAŞRANIN “PENCERE”Sİ - İsmail Özen
  27. Pencere - Rasim Özdenören
  28. ŞEHRİN KARA BAHTLI İNSANLARI - NECİP TOSUN
  29. Bir Deney Adamının Öyküsü - Oktay Yivli
  30. Cemal Şakar Öyküsünün Geldiği Yer: Biçimin Özgürlüğü/Bilincin Sürekliliği - Mehmet NARLI
  31. Cemal Şakar'ın Mürekkep'indeki Kara Gerçeklik - Ertan Örgen
  32. Cemal Şakar'ın Gözünden Hasan Aycın'ın Çizgi'si - Senem Gezeroğlu
  • Yıldız Ramazanoglu - Utanç

    Geriye dönüp baktığında güzel oldu diyor hikâyeci Cemal Şakar. Hikâyenin yoluna çıktığını fark etmeden sebepsizce okumaya ve yazmaya başlayan biri olarak, dönüp arkasına baktığında şükretmeyi, mutmain olmayı biliyor. Neden yazıyorsun sorusuna en yalın cevabı vermiş. Duran Boz’un “Yazma Hikâyeleri” derlemesine yolladığı yazıda afili bir söz etmemiş, sebepsizce yazdığını söylüyor çünkü “sebepsiz sevgi aşkların en güzeli.” 2017’deki derlemede oniki hikaye kitabı olmasını istediğini söyleyen yazarın 2020 kasımında onikinci kitabının yayınlanması ne güzel bir nasip. “Utanç” son zamanlarda yerli ya da yabancı okuduğum en iyi hikâyeler arasında. Şakar’ın ilk kez bir hikâye kitabına önsöz yazması, kitaptan çok, yazma macerasıyla ilgili geldiği noktada hissiyatını okurla paylaşması hoş bir sürpriz. Belki bir dönüm noktasına ve yazmada varılacak başka vadilere işaret ediyor. Yazarın yazma edimi ve edebiyat üzerine araştırma ve denemelerini içeren kıymetli kitaplarını hatırlatmak isterim bir cümle de olsa. Gençlik çağlarında edindiği güzel bir alışkanlıkla, önemli gördüğü yazarların bütün kitaplarını, sistematik bir şekilde, üzerlerine yazılmış kitaplarla birlikte okumuş. Sanırım teorik yazılarının sağlam zeminini hazırlayan da budur. 

    Utanç’taki hikâyeler bizi yanlışlıkla işlenmiş cinayetler, türlü meşrepten ölüler, yaşarmış gibi yapan diriler, yaşayıp yaşamadığı belli olmayan insanlar ve gündelik hayatta içinde gezinenin bile bilincine varamadığı dehlizlerle karşılaştırıyor. Akıl almaz kötülükler bile gürültüyle cereyan etmiyor. Ne oluyorsa mırıltıların iniltilerin hayatı çekip çeviren ritmiyle oluyor.    

    “Yağmurun Altında” mültecilerin ve yerleşiklerin birbirine geçmiş yaşam mücadelesi. Kaçış noktası olan bir nehir kenarı köyünde, savaştan kaçanları rızık olarak gören, istismar etmek için çete kuran adamların, yoksulluğu öne sürerek düştükleri gayya kuyusu. Köylülerin ve gelip geçmekte olan ötekilerin yollarını birleştiren çaresizlik ve yoksunluk. Kasabada egzoz ustası olan çete reisini öldüren kişi misal, bunu gözü kara ya da mangal yürekli olduğundan değil, çocuklarına yedireceği son keçi ve tavuklara tasallut edildiği için can havli işliyor cinayeti. Sonra nehirde yüzen çocuk erkek ve kadın cesetleriyle yüzleşme anı gelir.   

    “Ağustos Böcekleri” yazarın tanıklık ve anlamaya çalışma alanının genişliğine iyi bir örnek. Bir köye yerleşen ve gençliğini Maocu bir kültür devrimi yoluyla kurtuluşa adamış olan emekli öğretmenin ölümü anlatılır. Yurt dışından gelen evlatların babalarının inançsız olması gerekçesiyle yakılıp suya savrulması talebine karşılık, cenaze namazı kılınsın diye feryat eden kız kardeş. Köy imamının iman sahibi olmadığı söylenen birinin namazını kıldırmadaki gönülsüzlüğü, köydeki ahali arasında yaşanan karmaşa ve çıkan tartışmalar hikaye formunda ancak bu kadar güzel işlenebilirdi. Adı unutulup sadece Mao diye seslenilen müteveffanın ardından iyi vasıfları ön plana çıkarılır. 12 Eylül ihtilaline karşı dururken yaralanmış, emekli olup geldiği köyde kooperatif kurup köylünün ürününü en iyi şekilde değerlendirmesi için canla başla çalışmıştır. Bir yandan akademik kariyer için çırpınan köy imamı, namaz sonrası okuduğu aşırların mealini de vermek istediğinde aldığı serzenişler var ki öteden beri geniş bir mesele: “İmam efendi biz anlamayız bu işlerden, kafamızı karıştırma, tam Kur’an dinleyip maneviyatımız yükselmişken.”  

    En etkileyici olanlardan biri de “Bu Sabah” hikayesi. Birlikte Hepimizin bildiği bir gerçekliğin-Mecidiyeköy’deki gökdelen inşaatında özensizce yapıldığı için düşen bir asansörde hayatını kaybeden taşeron işçiler- bir edebiyatçının ruhundaki yansıması. Penceresini açtığında bodrum kattaki evinden yoldaki insanları sadece beline kadar gören, görüş alanını kaplayan duvarda filizlenen küçücük yeşillik için sevinen bir adamın, büyük şehir macerasının yere çakılarak son bulması. İçinde çalışırken bile nasıl inşa edilebildikleri hakkında işin içinden çıkamayan ustanın bu yapıları anlatacak kelimeleri yoktur. Düşerken ruhu köyündeki çayırlarda keçilerle birliktedir bu yüzden. Gerçeğin neredeyse muhayyilenin oyununa dönüştüğü bir uzam. Tıpkı Baudrillard’ın Irak Savaşındaki rezaletler karşısında “Hayır, bu olmadı” dediği haldeki gibi bir simülasyon.       

    “Mavi Trakt”ta bir cinayetin nasıl olup da karınca incitmeyecek insanlar arasında aniden gelişebileceğini gördükten sonra, hayatın kendisinin bizatihi cinayet olduğunu hissediyor insan. Virginia Woolf’un “bir gün bile yaşamak çok tehlikeli” dediği nokta gelip çatıyor. “Cevşen”, “Bana Joker Deyin”, hatta intihar için köprüye çıkan bir genci ve babasını anlatan “Son Dakika” ve diğerlerinden söz edemedim daha.   

    Cemal Şakar okurken Orhan Kemal’in “Bereketli Topraklar Üstünde” romanı, Alejandro İnarritu’nun “Biutiful” filmi, Andrey Platonov’un “Dönüş”teki hikayeleri, Akira Kurosawa’nın “Yume”deki kısa filmleri sökün etti. Dünya hayatı bir görünüp bir kayboldu sanki.    

    Peki kitabın adı neden Utanç? Bilemiyorum, dünyayı utanmak kurtaracak diye belki.