Cemal Şakar öykülerini bireye hiçbir özgürlük bırakmayan yanlış toplum üzerine kurarken farklı tarzları denemekte ve tarzlarla başa çıkmada ustalaşmış bir yazar. Bu yüzden derinlikli algısıyla oldukça renkli bir öyküler bütünü sunması şaşırtıcı gelmiyor “Kara” da.
Bana öyle geliyor ki; kitap bireyin yitikliğini, yalnızlığını, İstanbul melankolisini, insanın tarihselliğinin, öldürülmenin ve yok edilmenin karanlık diplerinde evrensellik eleştirisini barındırmakta.
Cemal Şakar’ın etik-edebi-politik halesinde küfün ve çürümenin kıyısındaki ilişkilerin doğallıkla ve doğru dürüstlükle tesisi sorunludur ve hatta imkânsızdır. Bu nokta i nazardan bakıldıkta adaletsiz güçlerin insanın doğa ve kültürle ilişkisini altını üstüne getirmesini çok sıcak göstergelerle açıyor kitapta.
Birey öğütülmüş, kültürün altında yatan doğal güçler bozulmuş, toplumsallıkta da konformistlerin çıkarları gereği kapalı kalmasını sağladıkları perdeler gerilmiştir. Kitap şu bakış açısını fısıldar durur: Bu perdeler edebiyatın gücüyle yırtılmadan bir öyküde ilişkisellikten söz etmek safdilce bir şeydir.
“Bir çocuk gördü, bir çocuk, kendi mezarının bekçisi, herkes dedi, kendi mezarını dolduracak, herkes kendi mezarını kazıyor, herkesin elinde kazma, dünya kocaman bir mezarlık olmuş”. Bu cümleler, “Masamda Ruhumla” adlı ilk öyküden. Ben’in silinişinin yetkin bir tarzını tecrübe etmektedir özne. Ve Cemal Şakar’ın keskin zihin akışının, ötekiyle dolayımsızca kaynaşmasının imkânlarını sergiler.
Kitabın bütününden ayrı düşünmeksizin biçimle ilgili şunu söyleyebiliriz: Formu kuran sezginin tamlığında “ben düşünüyorum” (cogito) ile dünyasal öteki için “düşünüyorsun” arasındaki farkın açıkta bırakılması irade ediliyor. Aşkınsal varoluş kipliklerine mesafeyi koruyan bir açıkta bırakış demek istiyorum. Bu durumda her an değişen ve farklılaşan tarzlar, hayal kırıklığı içinde toplumdan kopan dışarıdakiler, varoluşunu derin bir unutuşa vurmak isteyenler, yaşamasını kaçış çizgisinde sınayanlar, hayattan koparılan yersiz yurtsuzlar metnin (“Kül, Bir Avuç Dünya, Adı Leyla Olsun”, Unutuş” gibi), anlamını pekiştiren bir canlılık oluyor kitapta.
“Masamda Ruhumla”da saydamlaşarak etinden soyunan bir ruh varlığına dönüşen anlatıcı görünmez bir iblisin masada yığışmış etten maskelerini kurcalar örneğin. Bu ufunetli maskenin altından coğrafyanın kanayan derin taşları sivrilir. Modern dünyanın soluğu bütün iblisliği ve ağırlığıyla o yaraların yüzeyinde titreşirken özgürlüğün ne olmadığını tartışır anlatıcı ses. Burada özne, anlamını yitirmiş, zincirinden boşanmış bu dünyanın (masanın) üzerindeki adaletsizliğine bir başkaldırı ile parlayan masumiyetin sonsuz anlamı arasındaki mesafede bölümlenir. Konumunun değişkenliğinde, uzamda sıçramaları kopukluğa meydan vermeyecek biçimde sergiler özne. Metnin sessiz çığlığında salınıp duran bir keder, özneyi tam anlamında ifade eden şeydir.
“Kara”daki kelimelerde evrensel tutsaklık içinde kaçış çizgisine erişememek ve böylece ölmek ıstırap nedenidir. Bu yüzden hemen her öyküde çizgiyi sınayan karakterlerle yaşamın yüceliği resimlenir. Yaşamın renklerinin insandan koparıldığı her yer kuyudur ve uçurumdur. O uçurumun zirvesinden aşağıyı gören, evrenselle savaşan bir gözdür anlatıcı. Öykülerin bütününde insanoğlu elinden insanın içine düştüğü kıstırılmışlık halinin kelimelerin çıplak anlamıyla aktarılması sert bir tarzı doğuruyor tabii.
Denilebilir ki Cemal Şakar’da dil, karakterlerinin yüzergezer, göçebe, kendine yabancılaşmış, yabancı, tinin tahakkümünde şeyleşmiş olduğu için buhranlı biçimde yabancılaşmış modern bireyde açıyor kendini. Bu durum öznenin derin ruhsal deneyiminde hiçliğin dibini gören karakterlerini bir İstanbul melankolisinde kurtarmasının karşılığı oluyor. Yalnızlaşan insanın her şeyi ciddiye alan enerjik bakışı giderek mutluluğun bulutlarda süzülerek uzaklaşmasıyla karşılaşıyor. Arada bir uzaklardan göz kırpan mutluluğun hayaleti karşısında geri çekilmeye ve bir olumsuzlamaya varıyor.
Kitapta doğanın kör koşullarının yüceltilmesinin örtük bir ironisini bulgulamak mümkün. Bazı öykülerde, anlatıcı sesin namevcut içeriklere atıfta bulunması kaybedilen dünyalar ve gerçeklikler için bir nostalji niteliği barındırmaz. Denilebilir ki modern çıkışlı bir hareketin belirlediği, kutsal ve dünyasalın, geçmiş ve şimdinin, mübarek ile sıradanın, güzel ve çirkinin aynı düzlemde kesiştiği sarsıntıya postmodern unsurlar eşlik etmekte. Bu kesişim noktasında temel izlek, özü çiğnenmiş doğanın bir koruma ve barınma alanı olmaktan da çıkmış olmasıdır. İnsanın dönüştürücü öz benliğinin kaostan bir düzen yaratabilmesi için ihtiyaç duyduğu aşk, sarsıntılar geçirmekte ve can çekişmektedir.
Bu açılardan, “Kara”daki öykülerde öznenin hareketini verenin göçebe izlek olduğu rahatlıkla söylenebilir. Yaralanmış evrensel hafızanın iltihaplı sızıntılarından pay alan bütün bir insanın göçebeliği, dilin göçebeliğini dayatandır da.
Cemal Şakar öykücülüğünün kodlarını derin anlamında içeren bu öyküler, birbiri içine geçen mekânlara; Celile, Medine, Şam, Kudüs, Mekke, Kûfe, İsfahan, İstanbul… Tarihselliğin örümcek ağlarında çırpınıp duran güzelim şehirlere bir ağıtı da içeriyor. İnsanın bütün zamanlarda maruz kaldığı zilleti fizik varlığından soyunarak bütünüyle göze dönüşen bir ruhun seyri içinde bir hayıflanma. Göze dönüşüp kendini silen bir ruhun görgüsü kitaba dirimin renkliliğini veriyor.
Cemal Şakar, “Kara” ile sanatın gelenek içindeki meşru kabullerinin ritüelini sorguluyor ve edebiyat eserini, muhafazakâr, özgeci geleneğe olan bağlarından kurtarıyor gibi. Bu görüş noktasından bakıldıkta bu çaba sanat eserinin kendine has halesinde kırılmalarla büyük bir dönüşümün gerçekleşmesini öngörmekte gibi. Artık, bu büyük dönüşüm içerisinde yazılamayacak bir konu, düşünülemeyecek bir deneyim kalmasa gerek ki Cemal Şakar, hazmı kolay olmayacak durumları, kimlikleri sıkça işliyor. Risk almaktan kaçınmaması, aptallaştırıcı toplumsal kontrollere ciddi bir mesafe koyması yazın evreninde kaçınılmaz biçimde bir öfkeyi, bir kışkırtıyı besliyor. “Adı Leyla Olsun” ve “Kül” öykülerindeki kadın karakterler bu kışkırtının en uç temsilleri. Bu öykülerdeki atılmış veya bir şekilde düşmüş kadınların dünyasını esnek anlatım araçları içinde okuyucuyla bağlaşıklık kurabilen, oldukça zevkli bir dil örgüsüyle kurtarıyor Cemal Şakar.
Ele alınan konuların tematik açıdan benzerliği (muhacirlik, savaş ve kıyım atmosferinde çaresizlik, yalnızlık, yitiklik, kıstırılmışlık, boşluk…) orijinal teknikler sergilemedeki ustalık sayesinde her bir öykünün kendi rengini ve biçimini bulmasına mani değil.
Sanatın politikleşmesinin temsillere başvurmaksızın soyunuk kelimelerle ifşasını ve seyrini okuyoruz Kara’da. Nesnel bir toplumsal gerçekliği aşan derin psikolojik travmaların dip akıntısında ilerleyen yüzergezer karakterlerin hareketinde bir seyir bu. Kendi olmak iradesiyle direşken ve kendinden söylemekte olan karakterlerin ağzından tekrar ya da yeniden söyletmek, sözcüğü kaynaştırmak, bir kaçınma veya korkulan bir durum olmaktan çıkarılıp saplantılı sanat-estetik söyleminin halesini kırmanın bir aracı yapılıyor. Bu yüzden, sanatın geldiği noktada nesnelerle koşullar arasındaki gücün değişimini rahatça görebilmekteyiz bu öykülerde.
“Bir Avuç Dünya” adlı öyküde başkasının falına bakarken o başkası tarafından falına bakılan bir genç kızın yurtsuz yaşamı diyalektik bir anlatım ile metne taşınıyor. Usta, çok hoş, gözü kara aşırılıklarla birbirinin karşıtına dönüştürdüğü uç anlatımlara kadar götürüyor metni. Anlatıcı değişikliği ile sağlanan bu karşıtlıklar yeterince falcılıktır, falcılık anlatısı içinde falcının acı veren tecrübeleri yayılıverir diğerinin yaşamına. Biri diğerinin yerine geçmezden evvel o diğerinin dünyasından geçer. Kızın dünyasında aile mevcuttur ve bu mevcudiyetteki darlık, bilhassa babanın yakan kavrayışsızlığı, iletişimsizlikten, kaostan beslenen karakteri genç kızın savruluşunu hızlandırır, kıza zaten yadırgadığı yerini iyice daraltır. Başka bir boyutta yaşam arayışına taşır. Bilgi gizlememeyi daha çok sezdirerek gerçekleştiren bir anlatıcı hâkimdir. Bu öyküde sarsıntı yaşamdaki kayıpların derinliğinin unutulmak istenmesinde ama bilakis unutmak için oynanan bir oyun gibi bakılan faldaki unutmanın gerçekleşmemesinde yatar. Tarot kartları tam da bu unutmanın düşmanı olan hatırlamanın açığa çıkmasını sağlar. Denilebilir ki fal, unutuşun en dolaysız uğraklarına taşınamamanın yarasını derinleştirir. Heveslilik veya dalgınlık içindeki insanın kendi gerçek yazgısını görmesinde yol açıcı olması istenir.
Kelimelerin zıtlıklarla genişleyen şiirselliğinde gizlidir bu heves. Açılan, atılan ellerde neşe ve yaşama hazzıyla örülü kederler salınır durur.
Biçimin tamlığında bir dil oyunu ile karşı karşıyayız “Kara”da. Durum üzerinden bir olay ve hareket yakalanır, güçlü bir mizansen duygusunu sezdiren atmosfer yaratılır bu hareketlilikte. Denilebilir ki amaçsızca sağa sola savrulup duran tek cümle bulunmaması, bayat, bulanık, ağırlaşmış sözcükleri dışlaması, cümlelerinin kesinlik ve keskinliği ölçüsünde süzülmüş hassas bir dilin inşasını zorunlu kılan tekniği bu dilin biçimini belirler. Kelime ve cümle örgüsü çoklu-tümel buluşmalar ve kesişimlerle bağdaştığı ölçüde özneldir. Bireysellik, ancak bu çoğulculuğun değer bulması için salınan bir şeydir metinlerde.
Kimi metinlerdeyse insanlığın maruz bırakıldığı alçalmanın dışında farklı öznellikler peşine düşer anlatıcı. Farklı ilişkisel imajları yaratan tesadüfî karşılaşmaları okumakta olduğumuz bu, “Bir Avuç Dünya” öyküsü keza, bahsettiğimiz öznelliklerle açımlanır.
Modern pazarın terbiyesinden geçmekte olan bir göçebeliği ancak yurtsuzlukta yazılan yazılar anlatabilir. Pazarlarını yeniden düzenleme kaygısıyla Ortadoğu insanının yerleşik düzeni altını üstüne getiren dünya karşısında ölçü duygusunu sorgulamaktadır kitap.
Cemal Şakar’ın karakterleri sadece belirlenmiş kıstaslar ve değerler içerisinde hareket etmemektedir. Ne var ki tarihsellik, bütün zalimliğiyle kaderleri tayin eden, bireyin hareket alanını daraltan, onu hapseden gizli ordudur. Yerleşik davranışlardan ne derece kaçınırsa kaçınsın, kendi özgül yaşamını kurmanın zenginliğinden, böyle bir yaşamın araçlarından yoksundur. Kendi bireyselliği dışına çıkmak istediğinde de korkunçlaşır dünya. Issızlaşır. Birey bu ıssızlıkta yapayalnızlaşır.
Anlatıcı sesin, metinle derinlikli bağlar kurduğu sezilse bile öykülerde kullanılan göstergelerde zıtlıklar, çoklu anlatım, hareketlilik, sözcüklerin bileşik yapısı, metne duygusal bağlılığın ve konuya saygının kibrinden uzak bir yazarı işaret etmektedir.
Doğal koşullarından haksız yere uzak tutularak varlığı örselenmek istenen insan, nasıl göçebeleştirilmişse ve öz bilgisi nasıl parçalanmışsa tıpkı öyle sözcüğü, edebiyatın yerleşik kabullerinden çıkarıp göçebeleştirir Cemal Şakar. Ve kitapta, bir bıçağın ağzına sürtünerek fışkıran, kanayan otlar gibi bengiliği dağılmış, yabancısı olduğu bir dünyaya şaşkınlık içinde akıp gitmiş yabancı tipler dolaşır durur imgenin kıvrılışlarında.
(Cemal Şakar, Kara.
İz Yayınları, 2016)