Hepimiz dünyayı şu veya bu şekilde okur, az veya çok anlamaya çalışırız. Bazılarımız ise bu okumalardan başkalarının da okuyacağı/anlamlandıracağı eserlere imza atar. Maalesef daha da az rastlanan bir durum ise bu ürünlerin okunması/değerlendirilmesi/kritik edilmesidir. Çok az kişi bu “kritiğin” de başlı başına bir eser olabileceğinin/olması gerektiğinin farkındadır. Her okuma başlı başına bir yolculuktur esasen. Zaten Cemal Şakar da “Hasan Aycın’ın Çizgisi” adlı kitabında çalışmasını bir “yol arkadaşlığı” olarak tanımlıyor. Hasan Aycın’ın çizgilerinin merkezinde yer alan “Fıtri İnsan” ile onun okuru olan Cemal Şakar’ın kol kola yürüdüğü bir kitap “Hasan Aycın’ın Çizgisi”. Bu satırlar ise o yol arkadaşlığına kıyısından köşesinden ayak uydurma çabası gibi.
Kitap, Ali Emre’nin kaleme aldığı kapsamlı bir Hasan Aycın portresi ile başlıyor. Hasan Aycın’ın hayat hikâyesi ile çizgisi arasındaki bağları okumamızı sağlayacak bir portre yazısı bu. Aycın, kendisine altın tepsi içinde sunulmamış bir sanata sahip. Hem kendi hayatında hem de sanatında Aycın, karşısına çıkan engelleri, handikapları birer ilham kaynağı olarak görmüş ve hayatına/sanatına dâhil etmiştir. Bu dâhil etme süreci eserle müessir arasındaki mesafenin katarsise varan bitişmesi değil sanatçının hayatını inşa ettiği saikler ve değerlerle eserlerini ortaya koyduğu saikler ve değerlerin birbirinden ayrılmaz derecede bütünleşmiş olmasından kaynaklanır. Hasan Aycın önceden planlanmış, tasarlanmış bir yapıyı/yapıtı inşa eder gibi değil yol boyunca karşılaştıklarından/maruz kaldıklarından hareket ederek çizdi çizgilerini bir cins ismi kendine mal edecek kadar emek vererek yaptıklarına “Çizgi” dedi. Büyük İskender’in Gordion’un kördüğümünü kesip atması gibi imha etmedi o meselelerini, “dem bu demdir” diyen dervişane bir sabırla meseleleri kendi hikâyesine ekleyip amellerinden bir amele dönüştürdü ve ortaya bir çizgi ve edebiyat külliyatı inşa etti. Bu yüzden de portesi ile eserleri birbirinden ayrı okunamaz. Nitekim Cemal Şakar’ın kitaba Hasan Aycın’dan seçtiği epigraf cümlesi tam da bu noktada zikredilesidir. “Neden çiziyorum peki? Var olmak istiyoruz. Var olmanın izahı olarak dünyada oluşumu kendime izah etmek için çiziyorum.” Hasan Aycın’ın hayatı ve sanatı profan dünyanın ezberlettiği şekilde iki ayrı damar, kanal üzerinden ilerlemediği içindir ki Ali Emre’nin yazısına başlığında yer alan “Çizginin ve Yazının Bahçesinde, Kökleri Yerde Dalları Gökte Bir Çınar” büyümüştür.
Hasan Aycın’ın çizgilerinde geleneğin kolektif simgelerini birer imgeye dönüştürdüğünü, böylece de gelenekli sanatların yaşadığı yabancılaşma handikapına düşmediğini vurgulayan Cemal Şakar, Aycın’ın çizgilerinde “Fıtri İnsan” kavramının merkezi bir konumda olduğunun altını çiziyor. Peki, fıtrat nedir? Fıtrat kavramı için Muhammed Esed’e müracaat ediyor Cemal Şakar: “Fıtrat terimi, bu bağlamda, insanın doğru ile yanlış, gerçek ile sahte/düzmece arasında ayrım yapabilmesine ve böylece Allah’ın varlığını ve birliğini kavrayabilmesine imkan veren, doğuştan edindiği sezgisel yeteneği ifade eder.” Sanatçının eserlerini ortaya koyarken kendisine hareket noktası olarak seçtiği “insanın aslında kim olduğu” sorusu bütün sanat tarihinin temel problemlerinden biridir. Fıtrat kavramını merkeze alınca bu problem bambaşka bir veçheye kavuşur ve esere anlam katar. Yaratılmış olma bilgisinden doğan bu veçhe amellerimizin sadece dünya için bir anlam taşımadığını ifade eder bize. Fıtratı merkeze alan bir sanatçının yapıp ettikleri de elbette ona göre şekil bulacaktır. Hasan Aycın’ın çizgi külliyatını “Fıtri İnsan”ı merkeze alarak okuyan Cemal Şakar’ın yazdıklarını üç ana başlıkta değerlendirmek mümkün. İnsan ve insan, insan ve tabiat, insan ve şehir. Dolayısıyla Cemal Şakar’ın yazdıklarını “Hasan Aycın’ın üç meselesi” olarak da adlandırabilirdik.
Ancak kitap hakkında şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Hasan Aycın’la ilgili akademik bir tezi okuyor olsaydık bir akademisyenin mesleki mecburiyetlerle “teğet” geçeceği yönleri de var kitabın. Zira Şakar, çizgiyle sınırlı bir okuma yapmakla yetinmiyor zamanın çizgiyi mümkün kılan ruhunu ve ruhsuzluğunu da okumaya tabi tutuyor. Sadece sosyolojiye yahut metinlerarasılığa indirgenemeyecek özgür bir okumadan yola çıktığı için de sonuçları itibariyle yoğun ve bereketli bir metinle karşılaşmış oluyoruz. (Akademyamızın da bir gün mevcut şartlanmaların dışına çıkma cesaretini göstermesi halinde düşünce hayatımızın zenginleşeceği kanaatindeyim.)
Hasan Aycın’ın çizgilerinden alınan örnekler de farklı bir tat katmış. Çizgilerin hangi albümlerden alındığına işaret eden dipnotlar ise gerçekten çok çarpıcı. Hasan Aycın’ın Çizgisi sadece içeriğiyle değil biçimiyle de farklı bir çalışma olmuş vesselam.
Cemal Şakar’ın kaleme aldığı “Hasan Aycın’ın Çizgisi”nin sadece Hasan Aycın’ın “Fıtri İnsanı”na değil bundan sonra onun hakkında kaleme alınacak diğer kitaplara da yol arkadaşlığı yapacağını düşünüyorum.
Yolu bereketli olur inşallah…