Yazılanlar

Yazılanlar
  1. Ertan Örgen - GEÇMİŞ ZAMAN PARODİSİNDE HAYALETLER
  2. Suavi Kemal Yazgıç - Cemal Şakar Öyküsünde Anlatılmayanın Poetikası
  3. Yıldız Ramazanoglu - Utanç
  4. FERHAT ÇİFTÇİ - ÂYÂT VE HİKÂYÂT
  5. HASİBE ÇERKO - KARA’DA GÖÇEBE DİL VE YERSİZYURTSUZLUK
  6. HANDAN ACAR YILDIZ - CEMAL ŞAKAR’DAN ÖRNEKLE SOSYAL ÖYKÜDE BİREYLİĞİN ROLÜ
  7. ÖMER LEKESİZ - CEMAL ŞAKAR ÖYKÜLERİNDE FİZİKLE META-FİZİK DİLİN İZDİVÂCI
  8. İSA KOYUNCU - CEMAL ŞAKAR
  9. CEMAL ŞAKAR’IN ÖYKÜCÜLÜĞÜNE GENEL BİR BAKIŞ ve YOLCULUK ÖYKÜSÜNÜN TAHLİLİ -Orhan Güdek
  10. PORTAKAL BAHÇELERİ - ALİ IŞIK
  11. DİLE KOLAY 35 YIL - Suavi Kemal Yazgıç
  12. Kendi izinde yürüyen adam... Güray Süngü
  13. Soruları Derinleştirmek Ya Da Edebiyat Ne Söyler? - Güven Adıgüzel
  14. CEMAL ŞAKAR’IN ÖYKÜCÜLÜĞÜ ÜZERİNE DÜŞÜNCE SEKMELERİ - Ali Emre
  15. ABDULLAH HARMANCI - "KARA GERÇEKLİK" PEŞİNDE
  16. 90 ÖYKÜSÜNÜN YENİ VE ÖZGÜN SESİ: CEMAL ŞAKAR - SENEM GEZEROĞLU
  17. Cemal Şakar’ın Hayalperdesi’nden Söyledikleri - Selim Somuncu
  18. CEMAL ŞAKAR - Mehmet Aycı
  19. HASAN AYCIN’IN ÇİZGİSİ - SUAVİ KEMAL YAZGIÇ
  20. Şimdiki Zamanın İzinde - Aykut Ertuğrul
  21. CEMAL ŞAKAR ÖYKÜSÜNÜN İZLEKLERİ - Osman Bayraktar
  22. “PENCERE” ÖYKÜSÜNÜN ÇÖZÜMLEMESİ - Ömer Lekesiz
  23. CEMAL ŞAKAR’IN HİKÂYÂT ADLI ESERİNDEKİ KÜÇÜREK ÖYKÜLERİN KUR’AN KISSALARI İLE İLİŞKİSİ - Bahtiyar Aslan
  24. CEMAL ŞAKAR’IN MEVLİT ÖYKÜSÜ: EDEBİYAT SOSYOLOJİ AÇISINDAN BİR DEĞERLENDİRME - M. Murat ÖZKUL
  25. Cemal Şakar'ın “Zarurat-ı Hamse” Ve “Renkler” Öykülerinde Mültecilik Teması - Yunus Emre Özsaray
  26. TAŞRANIN “PENCERE”Sİ - İsmail Özen
  27. Pencere - Rasim Özdenören
  28. ŞEHRİN KARA BAHTLI İNSANLARI - NECİP TOSUN
  29. Bir Deney Adamının Öyküsü - Oktay Yivli
  30. Cemal Şakar Öyküsünün Geldiği Yer: Biçimin Özgürlüğü/Bilincin Sürekliliği - Mehmet NARLI
  31. Cemal Şakar'ın Mürekkep'indeki Kara Gerçeklik - Ertan Örgen
  32. Cemal Şakar'ın Gözünden Hasan Aycın'ın Çizgi'si - Senem Gezeroğlu
  • CEMAL ŞAKAR’IN ÖYKÜCÜLÜĞÜNE GENEL BİR BAKIŞ ve YOLCULUK ÖYKÜSÜNÜN TAHLİLİ -Orhan Güdek

    Orhan GÜDEK, ‘Aykırı Bir Yolculuk, Cemal Şakar’ın Öykücülüğüne Genel Bir Bakış ve yolculuk Öyküsünün Tahlili’’''Yaşayan Hikâyemiz, Günümüz Türk Hikâyesi Üzerine İncelemeler'' adlı kitaba katkı. Editör: Necati TONGA, Kesit Yay., İst. Aralık 2014, s.243-262

     

    “(...) gelin aykırı bir yolculuğa çıkalım demiş. Deli miydi, veli miydi, bilemedik.”

    Cemal Şakar

    Giriş: Cemal Şakar Öyküsü Üzerine Bazı Tespitler:

    Cemal Şakar, öykü türünün mevcut anlatım imkânlarından sonuna dekustalıkla yararlanan, aynı zamanda özgün anlatım biçimleri de deneyen, bu manada hem türe hem de edebiyat sanatının kendisine katkıları büyük olan bir yazardır. Onunöykücülüğü, Necip Fazıl’ın bir şiirinde ifade ettiği, “Ben şairim, Gaibi kurcalayançilingir” mısrasının öykü vadisinde müşahhaslaşmış bir biçimidir adeta. Kendisi de zaten ideal sanatçının yaptığı işi, “gayb hazinelerinden arketipler devşirmek” olarak ifade etmektedir.

    Bu itibarla “Cemal Şakar öyküsü”nü, referans noktası İslam olan, maddidünyayı anlatırken bir ayağı manevi dünyada bulunan, mümin bir bakışla ve onunyüklediği sorumlulukların bilinciyle kaleme alınan, metafizik ve şiirsel bir öyküdür, cümleleriyle özetleyebiliriz. Bu cümleler onun “öyküsünü” tam anlamıyla kuşatma iddiasında değildir elbette; ancak yazısına yön verenin ve onu şekillendirenin neolduğunun bilinmesi, şüphesiz ki “edebi metnin” anlamlandırılmasında okurayadsınamaz bir bakış açısı kazandıracaktır.

    Öncelikle bilinmelidir ki Cemal Şakar’ın öyküleri bir dünya görüşü üzerinebina edilmiştir. Seçilen cümleler bir müminin ağzından çıkan cümlelerdir. Hayra vesile olan sözler söylemektir onun derdi. Ona göre hemen bütün sanatçılar için geçerli olan şey, sanatı yönlendirenin sanatçının çizgisi ve durduğu yer olduğudur.Sanata neyin yön vermesi gerektiği ile ilgili düşüncelerini açıkladığı bir yazısında,nitelik ve nicelik açısından sanatı belirleyen şeyin, sanatçının dünya görüşü olduğunu şöyle ifade eder:

    “(...) sanatın gerekçelendirmesinden tutun da; seçilen konuya; konunun ortaya konulabilmesi için olay örgüsü, kişiler, zaman, mekân, dil, bakış açısı gibi öykünün somut bileşenlerine kadar her unsur; yazarın bağlandığı dünya görüşüne göre belirlenmektedir. Bu bir zorunluluktur

    a.

    ve aynı zamanda sanat anlayışlarının doğuş kaynağıdır.” (Şakar, 2011 b: 140)

    Cemal Şakar, öykülerinde, yalnız çerçeve içine aldıklarıyla değil, çerçeve dışında bıraktıklarıyla da hesaba katılması gereken bir yazardır. Edebi eseri oluşturan, aynı zamanda sanatçının “tercihleriyse”; tercih etmedikleri de bir tercih olduğundan, değerlendirme yapılırken yalnız yazılanların değil yazılmayanların da göz önünde bulundurulması gereklidir. İnsana ve hakikate dair söyleyeceklerini aynı zamandasöylemedikleri, eksik bıraktıkları ile de söyleyebilen bir yazar olan Cemal Şakar, biröyküsünde, kahramanına şu cümleyi söyletir: “Söyleyemediklerim, söylediklerimdençıkarılsın istiyorum.” (Şakar, 2008:62).

    Bu noktadan bakıldığında onun öykülerinin, güdümlü bir sanatın ifadesiolduğu, vaaz veren, didaktik bir anlayışla yazıldığı ve dolayısıyla estetik boyutun ikinci plana atıldığı gibi bir düşünce anlaşılmamalıdır. Söylenmek istenen yalnızca, öykülerinde anlatabileceklerini ya da anlatamayacaklarını belirleyen yegâne ölçütün “İslam ahlâkı” olduğudur. Bir öyküsünde “Bir an amel defterimin içinde bunca yıldır yazdıklarımı düşündüm.” (Şakar, 2008:64) dedirtmiştir öykü karakterine. Yine biryazısında, “Müslüman sanatçı bir eser ortaya koyarken, sonuçta Allah’ın bundan razıolup olmayacağını; dahası ‘son saat’ geldiğinde hesabı verilebilir olmasını gözetmek zorundadır.” (Şakar, 2011 b: 21) diyerek, öykülerini hep bu nokta-i nazarı dikkate alarak yazdığını özellikle vurgulamıştır:

    “Eserin kurgusu da, sanatçıyı seçme ve tasnif etmeye zorlar. Şöyle desöyleyebiliriz; sanatçı eserini kurgularken, sahip olduğu seçilmiş ve tasnif edilmiş ‘şey’lerden hareket eder. Bu bağlamda esere neleringireceği, nelerin dışarıda bırakılacağı da dünya görüşünün zorunlu bir uzantısıdır. Şöyle ki, bir sanatçının onlarca cilt eserinde bir kere bile camiye rastlayamamamız bu zorunluluğun sonucudur. Ya dakahramanın hayatında, alkolün vazgeçilmez bir öneme sahip olması; ya da şehre her baktığında hep camiler görmesi; ya da alkolün zinharanılmaması gibi.”(Şakar, 2011 b: 78)

    İslam’ı referans alan bir bakış açısı, Müslüman sanatçıda elbette müşterek bir dil olması bakımından tasavvufla yakın ilişki kurmasını gerektirecektir. Çünkütasavvufun da edebiyatın da dili mecazi ve semboliktir. Cemal Şakar’ın çoğu öyküsünde tasavvufi dile yaklaşması ile birlikte, vakı'a’nın geri plana çekilerek öykülerine şiirsel bir dilin hâkim olduğunu görmemiz, ilk bakışta onun öykücülüğü açısından olumsuz bir durummuş izlenimi yaratabilmektedir; ancak bu durumunöykünün anlatım imkânlarının zorlanması bakımından türe yeni kapılar açtığı da göz ardı edilmemelidir.

    Nitekim geleneksel anlatı biçimlerimize baktığımızda anlatımda alegorik ve mecazi bir dilin hakim olduğunu görürüz. Dolayısıyla onun öykülerinin, modern öyküile İslam’dan beslenen ve bize ait geleneksel anlatı biçimlerinin düşünsel arka planıile harmanlanmış bir bileşkesi olduğu tespiti yanlış olmaz. Cemal Şakar'ın öykücülüğünün farkı, bunu aynı zamanda şiire yaklaşan bir dil ve üslupla gerçekleştiriyor olmasındadır.

    Aşağıdaki alıntıların modern bir şiirden parçalar olmadığını kim iddiaedebilir...

    “Dağ, son bir umutla biraz daha kapanıyor şehrin üzerine
    Islık çalarak, el çırparak şeyatin sokaklara dağılmaya başlıyor.
    Mavi aydınlığı alt eden kızıllık, bulutları parçalayıp bir ateş gibidüşüyor yeryüzüne.
    Ezanların gücü yetmiyor şehri yıkamaya. Şeytan ev ev, sokak sokakdolaşıp hevesler üflüyor tayfasına.”(Şakar, 2012:8)

    “Elini alnıma getirdi. Alnıma evlerinin bahçesini koydu; bahçedeki çimenlere kırık kırık yayılmış güneşi sonra; üzerine düştüğümüz gölgeleri de.” (Şakar, 2012:23)

    Bize ikinci yeni şiirselliğini hatırlatan böylesi parçalar, onun hemen hemenbütün öykülerinde karşılaştığımız bir dil özelliği olması bakımından dikkate değer bir husustur.

    Cemal Şakar öykülerinin konusunu, Müslümanca bir duyarlılığın ve bakışın süzgecinden geçirilen, insana dair hemen her şey oluşturabilmektedir. O, kendinibağlı hissettiği dünya görüşü çerçevesinde modern bir derviş misali, öyküleri aracılığıyla insanlara nasihat etmekte, onlarla konuşmakta, onları uyarıp uyandırmakta, “insanın” halinin dili olmaya çabalamaktadır. Bunu modern anlatı biçimlerinin sunduğu imkânlarla gerçekleştiren yazarın öykülerinin zemininde iseİslamî duyarlılık ve bakış açısı yer almaktadır. Mümin olmanın gereği olarak kendini bir takım noktalara bağlı hissetmesi konu seçiminde de bazı doğal zorunluluklarıberaberinde getirmektedir. Örneğin Müslüman coğrafyalarda yaşanan zulüm, baskı ya da haksızlıklar1 veya sürekli bir gidiş ve yolculuk olarak da sembolize edilen, hakikatarayışındaki insanın tekâmül çabası veya süreci2 yahut mümin bir bakışla modernhayatın eleştirisi3 gibi temalar onun öykülerine konu olabilmektedir.

    Cemal Şakar, hemen her öyküsünde farklı bir “biçim”i deneyen bir yazardır.Bu durum, aslında yazarın ruhundaki “arayış”ı da sembolize etmesi bakımındandikkate değerdir. Öyküleri incelendiğinde karşılaşılan farklı biçimler sanki bir“kararsızlığın” ifadesi gibi durmaktadır. Oysa bu durum kararsızlıktan öte, “öykü biçiminin mutmain olamaması” halidir ve kabına sığmayan ve asıl yurdunu arayan bir ruh misali, sanatçının dünya yolculuğundaki hakikat arayışının bir göstergesidir.

    İç içe geçmiş parçalı anlatımlar4; yalnız diyaloglardan oluşan anlatımlar5; bir televizyon haber programı ya da bir sinema filminde kameranın kaydettiği sahnelere benzeyen parçalardan oluşan anlatımlar6; öykü kaleme alınırken sağına solunakıyısına köşesine alınan notlar ve karalamaların da yer aldığı anlatımlar7; bir günlükya da anı defterinden bölümlerin oluşturduğu anlatımlar8; Kur’an ayetleri referans

    1 Cemal Şakar’ın Mürekkep kitabındaki “Kılıç” (s. 7-10), Sular Tutuştuğunda kitabındaki “Har”(s.7-11)veya Sel ve Kum kitabındaki “Bir Savaştan Slaytlar” (s.241-245) adlı öyküler örnek gösterilebilir.

    2 Cemal Şakar’ın Sel ve Kum kitabındaki “Ses” (s.226-231) adlı öykü veya aynı kitapta yer alan“Yolculuk” (s.206-211) adlı öykü örnek gösterilebilir.
    3Mürekkep kitabındaki “Bir Tip” (s. 92-99) adlı öyküsü örnek gösterilebilir.
    4Hayalperdesikitabında yer alan “Ateşböceği”(s.7-14) adlı öyküsü ile Sel ve Kum adlı kitabında yer alan “Dilemma” (s. 86-105) adlı öyküsü örnek gösterilebilir.

    5Hayalperdesikitabındaki “Bağdat Kudüs Kabil” (s. 53-57) adlı öykü.
    6Sular Tutuştuğunda kitabında yer alan “Ana Haber Bülteni’’ (s. 85-94) ve yine aynı kitaptaki“Fragmanlar” (s. 19-26) adlı öyküleri örnek gösterilebilir.
    7Mürekkep kitabındaki “Önce Vatan” (s. 46-54) adlı öykü örnek gösterilebilir.
    8Mürekkep kitabındaki “Babamın Kokusu” (s.62-67) adlı öykü örnek gösterilebilir.

    [page3image1937332016]

    alınarak oluşturulan anlatımlar9; aynı öykünün beş farklı bakış açısıyla kalemealındığı anlatımlar10; onun biçimsel denemelerinin ilk akla gelen örnekleridir.

    “Zaman” ve “mekân” kavramlarının algılanış biçimi de onun öykülerininanahtarlarındandır. Örneğin Hayalperdesi adlı kitabı, zamanın parçalılığı vegöreceliğinin biçim ile de desteklendiği ''Ateşböceği'' adlı bir öyküyle başlar (Şakar,2008:7-14). Kitapta genel olarak an’dan geçmişe bir bakış söz konusu olsa da zamaniçinde sıçramalar, gidişler gelişler, belirsizlikler hemen her öyküde müşterek bir husus olarak karşımıza çıkar.

    “Yıllar önce miydi;
    şimdi miydi;
    ah, zamanın bize dönük yüzü!
    düş müydü;
    ben mi kurguluyordum;
    hayatın bize dönük yüzü ah!”
    (...)
    “Biliyorum zaman da benim gibi yaratılmıştı. Durmadan benim gibi bir ileriye, bir de yaşanmışlara doğru yaratılıp duruyordu. Neredeydim? Hangi zamanda? Nasıl çıkacaktım durmadan birbirine katılıp durmadançoğalan bu mekândan, bu zamandan?” (Şakar, 2008:39-45)

    Onun hemen birçok öyküsünde görülen; kelime, cümle ya da paragrafdüzeyindeki tekrarlar kabaca bir “leitmotiv”den ziyade, “zaman”ın mükerrer ve izafiyönüne işaret etmesi bakımından dikkat çekicidir. Onun öykülerinde “zaman”, “mekân” ve hatta “vaka”; iç içe geçmiş sarmallar, helezonlar, spiraller halindedir;başladığı yerde biten tek bir daire değil, yukarıya ve aşağıya, sağa ve sola, içe ve dışa doğru sürekli genişleyip derinleşen bir özellik arz etmektedir.

    İslam’a yaslanan bir bakış açısı, tasavvufî, metafizik ve şiirsel bir dil, zamanınve mekanın olmadığı yahut izafî olarak var olduğu, metafor ve imgelerle yüklü biryapıdır onun öyküsü. Bu itibarla ana hatlarıyla çizmeye çalıştığımız özelliklerikendinde barındırması ve Cemal Şakar'ın ''öyküsünün ruhunu'' yansıtması bakımından “Yolculuk” adlı öyküyü tahlil etmeye çalışacağız.

    b. ‘’Yolculuk’’ Öyküsünün Tahlili:

    “Uzun uzun baktımbenden geride kalanlara.”Cemal Şakar

    Cemal Şakar’ın çoğu öyküsüne hâkim olan “gitmek” ya da “yolculuk”imgelerinin, öyküde zahiren bir yerden bir yere gidişi ifade etse de, aslında içsel veya metafizik bir yolculuğun, modern anlatı biçiminde bir temsili olduğu aşikârdır.

    Tahlilini yapmaya çalışacağımız“Yolculuk”, metafizik bir dünyadan sesleneninsanın, insan-ı kâmil olma yolunda seyr-i sülûk macerasının sembolize edildiği biröyküdür. Öykünün dış yapısında geride bıraktığı her şeyi yok ederek evinden çıkıp

    9Hikâyât adlı öykü kitabının birinci bölümü örnek gösterilebilir.
    10 Cemal Şakar’ın toplu öykülerinin basıldığı Sel ve Kum adlı kitabında yer alan “Pencere” başlığını taşıyan bölümde yer alan beş öykü örnek gösterilebilir:“Pencere”, “Yöneliş”, “Denizin SonsuzMaviliği”, “Biz Birbirimizi İçimizde Taşırız”, “Suskunluktaki Hayret Verici Aydınlık”.

    [page4image1975819440]

    bilinmez bir yere gitmek üzere yola çıkan bir insanın hikâyesi anlatılır. Fakat öyküdezaman mekân ve vak’a, içinde yaşadığımız fizik kurallarına ve reel hayata pek uygun olmayan bir biçimde tezahür eder. Böyle olması da aslında tasavvufî bir dünya görüşünün ve mecazî bir anlatımın doğal bir sonucudur. Cemal Şakar’ın bir başkaöyküsü olan “Anlatabilmeliydim”de geçen ve metinlerarası bir okumayla Tanpınar’ı hatırlatan “Zamanın ve mekânın hem dışında hem de içindeydi; ya da ne içinde ne dedışındaydı.’’(Şakar, 2008: 50) cümlesi tam da Yolculuk öyküsündeki kahramanındurumunun karşılığıdır.

    Yolculuk öyküsünde anlatılan kronolojik vak’a özetle şöyledir: Öykü kahramanı “insan” (çünkü kahramanın bir adı yoktur ve aslında bu cihetle bir insanın şahsında tüm insanlığı temsil etmektedir), arkasında hiçbir şey bırakmaksızın, yaşadığı köydeki evinde ona ve geçmişine dair ne var ne yoksa bütün eşyalarını odanın ortasına toplayıp ateşe verdikten sonra yola koyulur. Elinde kızılcık ağacındanbaston niyetine kullandığı bir sopa ile hafif sisli bir havada yola düşer. Genelde köyün dışına çıkıp korulukta yalnız kalmak istediğinde kullandığı yolu kullanarak köydenuzakta, hâkim bir tepenin eteklerinde bulunan üç yalaklı çeşmede dinlenmek üzeremola verir. Cebinden haritasını çıkarır ancak, haritanın onun gidebileceği yerlere çare olamayacağını düşünüp; katlayıp çeşmenin arkasındaki kayanın altına bırakıp kalkar.Doğuya doğru yürür.

    Bu arada, metinde oldukça uzun bir yürüyüşten sonra “ilk kez dinlendiği ve ikinci kez yola koyulduğu” gibi bir ifade yer alır. Ardından manevi bir sarhoşlukhalinde, zamansız mekânlara ve mekânsız zamanlara vurgular yaparak metafizik iklimlere ait olduğu anlaşılan birtakım cümleler kurar. Kahramanın ayakta durduğuve suya baktığı sırada birden gözünün önünde bir ışık doğar ve gözleri kamaşır, başı döner, yere düşer. Bu noktadan sonra öyküdeki kahraman, sanki başka birinedönüşmüşçesine, önceden yaşadıklarını unutmuşçasına ve sanki bir başka yerdengelmişçesine, hâkim bir tepenin eteklerinde bulunan üç yalaklı (aynı) çeşmeye varıp soluklanır. Kayanın altındaki katlanmış haritayı görür, uzanıp almak ister fakatvazgeçer. Yoluna devam eder, köye gelir, yanmış fakat henüz sönmemiş bir evinönünde durur. Ordan geçen bir ihtiyar selamını alır, ona bu yanmış evi onardığı ve sahibi gelmediği müddetçe evde kalabileceğini söyler.

    Cemal Şakar’ın çok katmanlı okumalara açık öykülerinden biri olan ''Yolculuk''taki vakı'a, özetle böyledir. Öyküdeki vakı’a kronolojisi, doğrusal zamandagerçek hayata(!) nispetle tutarsızlıklar gösterse de anlatılan öykünün kahramanın kişisel tecrübesi olması hasebiyle kendi içinde tutarlı olduğu söylenebilir. Çünkü şahsî tecrübelerin kimi zaman, zaman ve mekân ötesi, reel hayatla örtüşmeyen, tamamen metafizik bir deneyim olabileceği bilinmektedir. Bu noktada kurgusal anlatı açısından hikâyenin gerçekliği ya da gerçekle olan paralelliğinden ziyade daha çok “gerçekçiliğine” vurgu yapılması elzemdir. Öyküdeki vaka anlatımlarının dışındaki kişisel tecrübeleri hikâye eden bölümlerde, kahramanın bir meczubun ağzından çıkarcasına ettiği sözlerin vaka dizgisindeki ve ana olaydaki öykünün gerçekçiliğine katkısının büyük olduğu söylenebilir. Çünkü böyle bir tecrübeyi deneyimleyen eğerbir meczupsa, hadiseleri onun gözünden veren yazarın da olayları onun gözünden görünen şekliyle vermesi de gayet tabiidir.

    Cemal Şakar’ın İslam noktasından dünyayı algılayıp sanatını icra ettiğini göz önünde bulundurarak ''Yolculuk'' öyküsünün tasavvufi bir yolculuğa işaret ettiği söylenebilir. Bu itibarla, öykünün anlamlandırılması yönünde, tasavvufî bir okumasınıyapmak sağlıklı olacaktır.

    Bilindiği gibi İslam tasavvufunda kişinin yolculuğundan murat, kâmil insan olma yolundaki manevi bir yolculuk olan seyr-i sülûk’tur.11 Seyr-i süluk, dört aşamadan ibarettir. Bunlardan ilki “seyr ila’llah” makamıdır ve nefsten hareket ederekçıkılan yolda masivaya dair ne varsa terk etmek manasındadır. Öyküde bu makam,kahramanın, evinde bulunan ve kendine ait olan her şeyi evle birlikte ateşe veripçıkmasıyla sembolize edilmiştir. Hayatını örtmek için kullandığı ve kesreti temsil eden eşyaları yere indirip her şeyi orta yere deviren kahraman, onları ateşe vermek suretiyle bir nevi vahdete giden yolun perdesini aralamıştır ki bu, tövbe makamıdır.Yunus Emre’nin, “ballar balını buldum, kovanım yağma olsun” sözüyle kastettiğihakikatlerden biri de budur.

    Şebüsteri'nin Gülşen-i Râz adlı eserinde de tasavvufta ''yolcu'’nun nasıl anlaşılması gerektiği şöyle ifade edilmektedir:

    “Yolcu, yoldaki konakları çabucak geçen, dumandan arınmış ateş gibivarlığını yakıp arınan adamdır.
    Şöyle bil ki yolcunun yol alması, ayıbı, noksanı bırakarak imkân âleminden vücub âlemine gitmesidir. Bu da manevi bir yolculuktur. Birlik âleminden bu âleme nasıl geldiyse bu sefer de ters yüzüne gider,konakları aşa aşa nihayet hakikatte, birlik âlemine varır ve kâmil insan olur.”(Şebusteri, 1993:27)

    Öyküde, kahramanın yolculuğu esnasında doğuya doğru gidişinin de anlamıyine tasavvufîdir. Doğu, ışığın yani hakikatin kaynağıdır. Yine Şebüsteri’nin Gülşen-i Râz’da belirttiği üzere peygamber güneş gibidir. Öyküde kahramanın yönünü vegideceği yeri güneş ışığına göre belirlemesi de peygamberin yolundan gittiğinin ve onun manevî yolculuğundaki rehberinin peygamber olduğunun bir işaretidir.

    Gidilen yolda harita geride bırakılmıştır ve ışığın kaynağı olan güneşe yanidoğuya doğru yalnızca yürünmektedir. Öyküde üç yalaklı çeşmenin başında birkayanın altına bırakılan harita, aklı temsil etmektedir. Çünkü bu yol haritayla yaniakılla ilerlenilebilecek bir yol değildir. Tıpkı Hz Peygamber (S.A.V)’in mirâc yolunda“Sidre”den öteye geçerken aklı temsil eden Cebrail’i geride bırakması gibi.

    Mutasavvıflar, “yol çalısız, kul delisiz olmaz” derler. Yoldaki engelleriaşmanın ve yalnızca yürümenin, belki de varılacak menzilden daha mühim olduğunuanlatan bu söz metinde şöyle ifade edilmektedir:

    “Ve belki de yürümek, sadece yürümek ferahlıktır. Endişesiz emin biryürüyüşle; bildiklerimi geride bırakmak; çiçekler, otlar, çalılar ayağıma dolaşadursun, dolanadursun tepemde bir kuş, kendimi de geridebırakmak ferahlıktır.”(Şakar, 2011 a: 208)

    Kişinin manevî yolculuğundaki ikinci makam, “seyr fillah” makamıdır veAllah’ın sıfatları ile sıfatlanarak, birlik ve cezbe haline ulaşmak anlamınagelmektedir. Bu makamda kişi Allah’ın sıfatlarından haberdardır ve varlığı o gözle ve bir cezbe halinde idrak eder. Öyküdeki yolculukta bu cezbe hali aşağıdaki cümlelerleifade edilmektedir:

    11 Bu konuda daha fazla bilgi için bkz.: Kara, Mustafa, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, Dergâh Yay.,İst, 2003.

    [page6image1977692416]

    “Bu kevser sakisinin kırbasından taşan su olmalı, diye düşündü. Bir katre suya baktı, baktı. Daldı, gitti.
    Bir katrecik su büyüdü, büyüdü, arzı ve arşı kapladı. Eşya ve mekân ve zaman ve boyutlar yok olmuştu; sadece suyun berraklığı, arılığı, duruluğu. Yitiyordu, bu hiçbir şeysizlik içinde. Neye tutunmalıydı?Kendisi de daldıkça eriyordu.

    Bu yitiş, bu kayıtsızlık mıydı peşinde olduğum. Ben, beni, ben olaraktanımlayacak bir benlikte... Birden karşımda bir ışık doğdu. Bu bildiğim güneş değildi. Gözlerim. Dayanamadım. Gözlerim. Yere kapaklandım. Sımsıkı tutundum yere, toprağa. Toprak. Salıverdim kendimi toprağa. Ufalandım, parçalandım, bölündükçe tozanlarım yele karıştı. Dilimin ucunda tanımlayamadığım bir hal ile bir o yana, bir bu yana savurdurüzgâr beni.” (Şakar, 2011 a: 209)

    Yola çıkan kahraman, köyün uzağında, köye hâkim bir tepenin eteğindebulunan üç yalaklı çeşmede dinlenmesinin ardından, burada yaşadığı cezbe hâliyle birlikte, uzun bir yürüyüş gerçekleştirmiştir; ancak sonrasında yola yine çeşmedendevam ediyor olması, zihnini reel hayata yaslayarak metni anlamlandırmaya çalışanokurda, bunun bir rüya hâli olduğu izlenimini uyandırmaktadır. Bundan sonra, rüyayahut cezbe hâlinden uyanmış olan kahraman, zâhir bâtın ikiliğinden kurtularakveliliğin sonuna ulaşmış ve “seyr maallah” mertebesine varmıştır. Artık, varlığı, cezbe hâlindeyken gördüğü metafizik ve aşkın hâlleriyle değil, (ki bu bölümler yukarıda belirtildiği üzere daha şiirsel bir dil ile anlatılmaktadır) gerçek hâlleriyle idrâk etmektedir. Kahramanın bütün zıtların yok olduğu bu makamda oluşu, öyküde “deli-veli” ikiliğiyle sembolize edilmiştir:

    “Köyün hemen girişindeki yanmış bir evin önünde durdum. Dahasönmemiş, kimi yerlerinden cılız cılız dumanlar çıkmaktaydı. Bu evionarıp burada konaklasam, insanlarla bir köyde, kendimle aynı odadayaşayabilir miyim?

    Yavaş yavaş etrafıma köyün çocukları toplanmaya başlamıştı. - Bu adam deli.
    - Bu adam veli.”(Şakar, 2011 a: 210)

    Henüz, yanmış evin dumanı üzerindeyken köye gelen kahramanın, ak sakallıihtiyarla konuştuktan sonra, onun sözü üzerine, evi onarıp köyde yaşamaya niyetlenmesi, manevî yolculukta dördüncü makam olan “seyr anillah” makamınısembolize etmektedir. Bu makamda bulunan kişi artık kâmil insan olmuş ve diğer insanları irşâd etme ehliyetine kavuşmuştur. Öyküde bu durum, evin onarılması ve insanlarla bir arada yaşanacak olması biçiminde aktarılmıştır.

    Yolculuk öyküsünde reel zaman bir günü kapsamaktadır. Köyde karşılaşılanak sakallı ihtiyar, evin sahibini kastederek dün gittiğini söylemekte fakat konuştuğu kişinin dün giden kişi olduğunu ne o, ne de yolculuğu gerçekleştiren bilmemektedir.Gerçekte uzun çabaları ve zamanları gerektirebilecek böylesi manevî makamgeçişleri, öyküde reel zamanda bir günle verilmiş olsa da paralel zamanda oldukçauzun bir zaman geçtiği tahmin edilebilmektedir. Kaldı ki fizik ilmine tabi olmayanböylesi hadiselerin bir “an” içinde bile gerçekleşebileceği mutasavvıflarca kabul edilen bir gerçektir.

    Cemal Şakar bir öykücü olarak birçok öyküsünde yazarlığı ile ilgili ipuçlarına, nasıl ve niçin yazdığına, hülasa öykü anlayışına dair bilgileri açık ya da gizli

    göndermelerle veya açıklamalarla vermekten çekinmeyen bir yazardır. “İşte benimhikâyem bu!” cümlesiyle başlayan “Masmavi Bir Gök” adlı öykünün “zaman” ve“mekân” başlıklarını taşıyan kısımlarındaki açıklamalar, tam da tasavvufî bir okumayla tahlil etmeye çalıştığımız Yolculuk öyküsündeki zaman/mekân’ı ifade etmektedir:

    “Zaman:
    Eskisi gibi bir türlü akıp gitmeyen bir zaman: Çizgisel akışını yitirmiş;kendine yeni bir mecra açamamış; eşit aralıklarla hızı ölçemeyen; kırık dökük; maddeyi belirsizleştirip onu aşkınlaştıran ve mekânı parçalara bölen bir zaman. Her şeyin ışık hızına göre göreceleştiği; uzamın farklı koşullarda, farklı görünümler kazandığı zaman ve mekân algısı... (...) Mekân:
    Birbirinden farklı, bağımsız parçacıkların toplamı olan bir mekân: Farklı anlarda, farklı zamanlarda olanları, bir tek yapı içindeverebilmeyi olası kılan; perspektifin yıkıldığı, çoklu görünümlerin yan yana yapıştırılabildiği; kesinlikten ve değişmezlikten uzak, her şeyin belirsizleşip görecelik kazandığı kozmoloji algısı...” (Şakar, 2008: 84- 85)

    Cemal Şakar’ın ''Yolculuk'' adlı öyküsü; tasavvufi ahlâkı elde etmenin ve hakikate ererek kâmil insan olma yolunun, geçmişe ve kendine ait ne varsa yakılarakyola çıkılması ve olgunlaştıktan sonra halk içinde halkla olup halkı irşâd etmekmaksadıyla geri dönülmesini anlatan sembolik bir öyküdür. Öyküde birinci şahıs veüçüncü şahıs anlatıcılar iç içe kullanılmıştır. Son derece yoğun, mecaz ve imgelerleörülü, tasavvufî ve çok katmanlı okumaya açık, sembolik bir dille kurgulanmış olanöykü, Cemal Şakar’ın İslamî bakışının ve kurgusal estetik anlayışının dikkate değerbir ürünüdür.

    KAYNAKLAR

    KARA, Mustafa (2003), Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, Dergâh Yay., İst. ŞAKAR, Cemal (2006), Yazı Bilinci, Hece Yay., Ank.
    ŞAKAR, Cemal (2008), Hayalperdesi, Selis Yay., İst.
    ŞAKAR, Cemal (2010), Sular Tutuştuğunda, Hece Yay., Ank.

    ŞAKAR, Cemal (2011 a), Sel ve Kum, Okurkitaplığı Yay., İst.
    ŞAKAR, Cemal (2011 b), Edebiyatın Sırça Kulesi, Okurkitaplığı Yay., İst. ŞAKAR, Cemal (2012), Mürekkep, Okurkitaplığı Yay., İst.
    ŞAKAR, Cemal (2013), Hikâyât, İz Yay., İst.
    ŞEBUSTERİ (1993), Gülşen-i Raz, (Çev. Abdülbaki Gölpınarlı), MEB. Yay., İst.

    ULUDAĞ, Süleyman (2002), Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yay., İst.