Yazılanlar

Yazılanlar
  1. Ertan Örgen - GEÇMİŞ ZAMAN PARODİSİNDE HAYALETLER
  2. Suavi Kemal Yazgıç - Cemal Şakar Öyküsünde Anlatılmayanın Poetikası
  3. Yıldız Ramazanoglu - Utanç
  4. FERHAT ÇİFTÇİ - ÂYÂT VE HİKÂYÂT
  5. HASİBE ÇERKO - KARA’DA GÖÇEBE DİL VE YERSİZYURTSUZLUK
  6. HANDAN ACAR YILDIZ - CEMAL ŞAKAR’DAN ÖRNEKLE SOSYAL ÖYKÜDE BİREYLİĞİN ROLÜ
  7. ÖMER LEKESİZ - CEMAL ŞAKAR ÖYKÜLERİNDE FİZİKLE META-FİZİK DİLİN İZDİVÂCI
  8. İSA KOYUNCU - CEMAL ŞAKAR
  9. CEMAL ŞAKAR’IN ÖYKÜCÜLÜĞÜNE GENEL BİR BAKIŞ ve YOLCULUK ÖYKÜSÜNÜN TAHLİLİ -Orhan Güdek
  10. PORTAKAL BAHÇELERİ - ALİ IŞIK
  11. DİLE KOLAY 35 YIL - Suavi Kemal Yazgıç
  12. Kendi izinde yürüyen adam... Güray Süngü
  13. Soruları Derinleştirmek Ya Da Edebiyat Ne Söyler? - Güven Adıgüzel
  14. CEMAL ŞAKAR’IN ÖYKÜCÜLÜĞÜ ÜZERİNE DÜŞÜNCE SEKMELERİ - Ali Emre
  15. ABDULLAH HARMANCI - "KARA GERÇEKLİK" PEŞİNDE
  16. 90 ÖYKÜSÜNÜN YENİ VE ÖZGÜN SESİ: CEMAL ŞAKAR - SENEM GEZEROĞLU
  17. Cemal Şakar’ın Hayalperdesi’nden Söyledikleri - Selim Somuncu
  18. CEMAL ŞAKAR - Mehmet Aycı
  19. HASAN AYCIN’IN ÇİZGİSİ - SUAVİ KEMAL YAZGIÇ
  20. Şimdiki Zamanın İzinde - Aykut Ertuğrul
  21. CEMAL ŞAKAR ÖYKÜSÜNÜN İZLEKLERİ - Osman Bayraktar
  22. “PENCERE” ÖYKÜSÜNÜN ÇÖZÜMLEMESİ - Ömer Lekesiz
  23. CEMAL ŞAKAR’IN HİKÂYÂT ADLI ESERİNDEKİ KÜÇÜREK ÖYKÜLERİN KUR’AN KISSALARI İLE İLİŞKİSİ - Bahtiyar Aslan
  24. CEMAL ŞAKAR’IN MEVLİT ÖYKÜSÜ: EDEBİYAT SOSYOLOJİ AÇISINDAN BİR DEĞERLENDİRME - M. Murat ÖZKUL
  25. Cemal Şakar'ın “Zarurat-ı Hamse” Ve “Renkler” Öykülerinde Mültecilik Teması - Yunus Emre Özsaray
  26. TAŞRANIN “PENCERE”Sİ - İsmail Özen
  27. Pencere - Rasim Özdenören
  28. ŞEHRİN KARA BAHTLI İNSANLARI - NECİP TOSUN
  29. Bir Deney Adamının Öyküsü - Oktay Yivli
  30. Cemal Şakar Öyküsünün Geldiği Yer: Biçimin Özgürlüğü/Bilincin Sürekliliği - Mehmet NARLI
  31. Cemal Şakar'ın Mürekkep'indeki Kara Gerçeklik - Ertan Örgen
  32. Cemal Şakar'ın Gözünden Hasan Aycın'ın Çizgi'si - Senem Gezeroğlu
  • CEMAL ŞAKAR’IN ÖYKÜCÜLÜĞÜ ÜZERİNE DÜŞÜNCE SEKMELERİ - Ali Emre

         ALİ EMRE

     

         CEMAL ŞAKAR’IN ÖYKÜCÜLÜĞÜ ÜZERİNE DÜŞÜNCE SEKMELERİ

     

         Yenilikle Buluşan Kimlik

     

         Gerçekliği ve insanî hizayı dikkate alan, çirkefliğin ve ayartıcılığın kucağına yuvarlanmayan, sahici insan seslerine, yüzlerine, yaşamlarına yer veren ve aynı zamanda yeniliği önemseyen, biçim ve söyleyiş olanaklarını zenginleştiren edebî eserlerle karşılaşmak birçok insan gibi beni de daima sevindirir, umutlandırır, ateşler.

         Dergilerde yazılıp çizilenleri bu dikkatle takip etmeye, okumak için seçeceğim kitaplarda bu perspektifi gözetmeye, öncelemeye gayret ederim. Salt eğlendirmeye, hoşça vakit geçirtmeye yahut uluorta bilgilendirmeye, kendi düşünsel ve felsefi içeriğini dayatmaya, üzerimize boca etmeye yönelik bir edebiyat da var elbette. Herkesin kendine göre derdi, yarası, öncelikleri, gelecek tasarımı olduğu gibi kendine göre bir edebiyat algısı, kabulü, yaklaşımı da var. Fakat benim tercihim, önceliğim; yeniliği de belli ölçüde gözeten kimlik ve kişilik sahibi bir edebiyattan yanadır. Mızmızlığı, ölgünlüğü kanıksayan; gönüllü köleliği, teslimiyeti içselleştiren, şeytan ve dostlarının iğvasına boyun eğen bir edebiyatı değil; olabildiğince dik duran, hayata müdahale etme istek ve istidadı da duyan, dilimizdeki ve dimağımızdaki bukağıların çözülmesine katkıda bulunan bir edebiyatı özlüyor ve arıyoruz.

         Bu edebiyatın içindeki yeri ve ağırlığı her geçen gün biraz daha artan öykü türü; birçok edebiyatçı, eleştirmen tarafından günümüzün en önemli ve en yaygın türü olarak kabul ediliyor. Öykü dergilerine, seçkilerine, antolojilerine, etkinliklerine eskisine göre daha çok rastlıyoruz; öykü kitaplarının sayısının her geçen biraz daha arttığına tanık oluyoruz.

         Bu yazıda üzerinde duracağımız Cemal Şakar da edebiyat, kültür, sanat, din, medeniyet, modernizm-postmodernizm, imge, dil gibi farklı alanlarda da yazmakla birlikte daha çok öykücülüğü ile tanınan bir isim. Günümüz insanının karşılaşma, algılama, yaşama alanındaki çeşitli çıkmazları, zindanları, yanılgıları, arayış ve çırpınışları, kültürel ve düşünsel sorunları üzerinde yoğunlaşan metinlerini de öteden beri takip ettiğim yazarın hem belli bir duruş ve kimlik sahibi olması hem de edebî perspektifini yeniliğe açık tutması ve çetin konulara aydınlık bakışlarla eğilmesi benim de dikkatimi çekmekte ve açıkçası birçok konuda göğsümü genişletmektedir. (1)

         Cemal Şakar imzasını taşıyan 9 öykü kitabı var. İlk kitabı Gidenler Gidenler, şimdilik son kitabı Mürekkep. Yazar, geçtiğimiz günlerde, harf devrimini merkeze alan ve 24 yazarın öykülerinden oluşan Sessiz Harfler adlı bir kitabın da okuyucuyla buluşmasını sağladı. Ciddi bir tanıklık ve zenginlik de içeren, birçok yönden alanında bir ilk olan bu çalışmanın başındaki sunuş yazısını “Beraberliklerden birlik doğar. Birlikte okumanın, birlikte düşünmenin, birlikte yazmanın bereketine her zaman inandım. Bu sırat başkaca nasıl geçilebilir ki?” cümleleriyle bitiriyor Cemal Şakar.

         Müşterek duyarlılık ve kelimelerin aydınlığında yürüme isteğinin bir semeresi olarak görülebilecek bu yazıda ben, hâlen öykü yazmaya ve çeşitli dergilerde yayımlamaya devam eden Cemal Şakar’ın son üç öykü kitabıyla ilgili bazı belirleme ve yorumlarımı aktarmaya çalışacağım.

     

         Hikâyât

       

         2010’da Ferfir Yayınları’ndan çıkan ve iki bölüme ayrılan bu kitapta 64 öykü yer alıyor. (2)

         Küçürek öyküler bunlar, minimal metinler. Genelde bir sayfayı geçmeyen bu anlatıların önemli bir bölümü, Kur’an’da anlatılan olaylardan, kıssalardan, şahsiyetlerden, insanlık hâllerinden esinlenilerek kaleme alınmış. Bu yönüyle bir bütünün; genel bir çerçevesi, amacı ve iletisi olan bütünlüklü bir çabanın parçalara ayrılmış metinleri bunlar adeta. Bir tür “parçalı-tam” anlatısı. Devasa bir pınarın farklı gözelerinden sızarak görünürlük kazanan derecikler.

         Kendilerine gönderilen elçiyi yalanlayanlar, mustağni ve mütekebbir bir eda ile ilahi mesaja, uyarıya ve tehditlere diklenenler, zihinleri ve kalpleri kolayca iğvaya ve putçuluğa evrilenler, helak edilenler, büyük bir körlük içinde dönenip duranlar, çürüme ve yozlaşmadan dolayı azaba uğrayanlar, mallarına ve evlatlarına güvenerek tuğyan edenler, gaflet ve cehaletin içinde yüzenler ve az sayıda olmakla birlikte hakka yönelenler, esirgenenler, kopması mümkün olmayan bir ipe tutunanlar; betimleme ile öykülemenin iç içe, yan yana yürüdüğü kısa paragraflarla, yalın fakat yoğunluklu bir anlatımla karşımıza çıkıyor kitapta.

         Ayet numaraları tek tek verilebilecek olan bu kıssa ve benzeri anlatıların içine başka bir şey katmamaya, karıştırmamaya özen gösterdiği anlaşılıyor yazarın. Ne eksik ne fazla, olması gerektiği kadar aktarılıyor her şey. Okuyucu, Kur’an merkezli bir tefekküre çağrılıyor sanki. İlahi mesajın içinde önemli bir yer tutan anlatılar eşliğinde; insanı, insanlık tarihini, insanoğlunun temel zaaf ve yönelişlerini, zayıflık ve sorumluluklarını, yükseliş ve düşüşlerini özet bir şekilde ve peş peşe görme olanağına kavuşmuş oluyoruz.

         Yazarının yaratıcı yönünü, edebî yeteneğini, kurgulama yetisini ister istemez geriye çekmesine rağmen, Hikâyât’ın, Cemal Şakar öykücülüğünde farklı bir durak olduğu söylenebilir. Epeyce bir geçmişi ve örneği olan Şakar öyküsünün, yazısının, edebiyatının bir ara yeniden soluklanarak muhkem ve çağlar üstü temel kaynakla yeniden buluşması, istikamet ve bilinç sorgulamasını tazelemesi, perspektifini tahkim etmesi olarak da görülebilir bu kitap. Yol bilgisinin ve azığının gözden geçirilmesi, hayatın ve insanın değişmezlerine nasıl bakılması gerektiği konusunda kalemin yükünün yeğnikleşmiş bir yoğunluk kazanması, kurmacanın ve anlatının yeni bir aşı ile safralarını atarak yazmaya yönelmesine dair önemli ipuçları içermektedir bu öyküler. Hem “Bir kıssa ne kadar hikâye olabilir?” hem de “Bir hikâye ne kadar kısa olabilir?” soruları bağlamında farklı bir çaba hatta bir alan araştırması olarak da değerlendirilebilecek olan bu metinler; -tabir ve teşbih caizse- öyküsel tefsir parçaları olarak da görülebilir. Kitabın ikinci bölümündeki hikâyeler farklı olayları ve kişileri öne çıkarmakla birlikte yine ilahi mesajın üzerinde durduğu infak, alçakgönüllülük, kanaatkârlık, şükür, hicap, dua, salih amel gibi kavram ve değerlere dikkat çekmektedir.

         Kur’an’daki bazı ayetlerin hikâyelerini içeren Hikâyât, kurguda ve anlatımda oldukça ekonomik ve sakınımlı davranılmasına rağmen, yazar öznenin âleme ve tarihe bütün bilinç ve inanç manzumeleri eşliğinde katılışının, kavramsal alanın açık edilişinin, yürünmesi gereken yolun / vadinin somut bir şekilde görünürlük kazanmasının kavşağıdır aynı zamanda. Ömer Lekesiz’in belirttiği gibi, ilk kitaplarındaki “içrek özne”nin yerini bu kitapta daha çok “öteki”nin anlatımı almaktadır. Şakar, bu kavşakları zamanla daha iyi tartacak, öyküsünün çeperlerini ve anlatım olanaklarını genişletecek, inancın ve bilincin ilkeleri ile sıcağı sıcağına yaşanan / tanık olunan durumlar arasındaki gerilimin içinden konuşacak, anlatıcılar açısından da bir çoksesliliğe kavuşacaktır. Bu kitaptan sonraki öykülerinde zamanı, mekânı, olguları ve olayları “tümel gerçekliğin içinden tikelleştirmek” suretiyle öykülemeye ağırlık verecektir. (3)

     

         Sular Tutuştuğunda

        

         Cemal Şakar’ın yedinci öykü kitabı, Sular Tutuştuğunda. (4)

         Hem kadim kültürü hatırlatan hem de buradan hareketle geleceğe, kıyamete dönük çağrışımları olan nefis adıyla –bir şair olarak çok kıskandığımı belirtmeliyim- insanı hemencecik saran ve 94 sayfadan oluşan kitapta 12 öykü yer alıyor.

         Sön çözümlemede “kesit öyküsü” bunlar. Fakat kesitlerin de öykülerde birbiri ardına akıp gitmesine izin vermiyor yazar. Seçtiği, yazmayı düşündüğü bir kesiti önce donduruyor adeta. Bilinçle, bile isteye yapıyor bunu. Bu kesit, bu insanlık durumu üzerinde ana hatlarıyla kafa yorduğu izlenimi ediniyor insan. Temel görüntüsü, kişisi, iletisi yahut giriş cümlesi belirlenen öyküyü zihinde belli bir süre evirip çevirerek işe başlıyor sanki. -Yazılan metin, bir sürece bağlı olarak açımlandığından çeşitli sürprizlere, ayrıntılara, oyunlara, değişim isteklerine daima açıktır elbette. Bunu aklımızdan çıkarmadan yapıyoruz tespitlerimizi.- Ardından kesite nasıl bir iç devingenlik, süreğenlik kazandıracağını belirleyerek; öykü içindeki yükseltileri ve derinleşmeleri hesaplayarak geliştiriyor metni. Yani yazılacak öyküye bir anlam alanı, bir konu, bir gerekçe bulunuyor önce. İç düzenlemeler, gerilim noktaları ve kesişmeler belirleniyor sonra. Bazen iç burkan bir görüntü, bazen kısa, kesik ve fakat uyarıcı bir diyalog, bazen genel ve derinlikli bir değerlendirme kılığına bürünen etkileyici bir finalle bitiyor metin. Bütün bunlar çoğu zaman şiirin, şiirselliğin sularına pervasızca dalışlar eşliğinde, parçalı bir iç müzik, farklı bir orkestrasyon anlayışı gözetilerek yapılıyor elbette. Yazdığı metni alelade bir söz ve görüntü çığının içine bırakmaya hiç razı olmayan, geldiği gibi yazmaya asla izin vermeyen Şakar; kendine özgü bir kompozisyon üretmeye daha düşkün görünüyor bu kitabında. Bu kompozisyonun uzun soluklu, gözleme dayalı ve toplumcu nitelikli şiirlerle ciddi korelâsyonlar taşıdığını da belirtmek gerekiyor bu arada.

         Cemal Şakar; insanlığın ortak temaları bağlamında, şu gökkubbe altında söylenmedik bir şey olmadığı kanaatindedir. Bu kabul onu, neyi söylediği kadar nasıl söylediği noktasında da daha bilinçli, yaratıcı, yenilikçi bir tutuma yönlendirmiş görünmektedir. Sular Tutuştuğunda, kurgu ve biçem üzerinde düşünen, yeni anlatım yolları deneyen bir öykücünün çabalarına fazlasıyla tanıklık eden bir kitaptır bu noktada. Plastikleşmiş bir dille dışa vurulan bu öykülerde; hayat içerisindeki akışın farklı kişilik ve kesitler ekseninde çatlayışını sıklıkla görmeye başlar okuyucu. Öykü kişilerinden çok, öykü yazarının nasıl davranacağını, hangi istikamete yöneleceğini, ne tür bir ayrıntı üzerinde yoğunlaşacağını, biçim üzerinde nasıl bir sıklet meydana geleceğini merak etmeye başlar. Hatta kimi öykülerde yazarın öyküleştirme tarzı, öykünün yerine geçmeye yeltenir. Lineer, doğrusal bir akış yoktur metinlerde; anlatıma ve akışa sık sık müdahale edilir. Sıçramalı bir zekâ, farklı derinlik ve yükseltilere sahip pasajlar üzerinde yoğunlaşmaya çalışan okuyucuya kolay kolay soluk aldırmaz; onu hem dağıtır hem de ateşler, sürükler. Bir bölümü anlayıp sindirebilmeniz ve onu kendi muhayyilenizde çoğaltabilmeniz için, yeni bir bölüme / pasaja geçmezden evvel kitabı kapatmanız gerekir bazen. Anlatının bütününe ait bir yoruma, estetik bir değerlendirmeye ulaşabilmeniz için de öyküyü okuyup bitirdikten sonra onu zihninizde döndürüp dolaştırmanız, tamamlamanız, biçemin baskısını aşarak parçaları bir araya getirmeniz beklenir. Yeri gelmişken söylemekte yarar var; öykü, şiir hatta deneme yazmak isteyenler için çoğul ve velud bir atmosfer sunar Cemal Şakar’ın öyküleri. Yazma ve konuşma isteği uyandırır insanda, zihnimizi kesik kesik fakat süreğen bir şekilde ateşlemeyi, tetiklemeyi başarır. Kitaptaki öykülerden biri olan Fragmanlar, bu konuda önemli ve öğretici bir örnektir söz gelimi.

         Bu tür bir yazma tekniği risklerle doludur kuşkusuz; herkesin üstesinden gelebileceği bir şey değildir. Dilin, biçimin “anlatılan”ın üstünü tamamen örttüğü, perdelediği ve okuyucunun bir anlama, bir iletilene ulaşma çabasını tamamen dışlayarak yazarının kendi heves ve oyunlarının nesnesi hâline geldiği öyküler de okuyoruz. Öyküyü tek başına diliyle, biçimiyle temsil etmeyi öne çıkaran bu tür metinler belli bir sayıyı, örnekliği aştığı zaman okuyucu olarak sıkıldığımızı, soğuduğumuzu, bunaldığımızı hissediyoruz. Cemal Şakar bu handikapı daima somut bir gerçeklikten hareket etmesiyle, sıcak ve güncel insanlık durumlarını merkeze almasıyla, sahici insan seslerine, yüzlerine, tanıklıklarına önem vermesiyle aşıyor kanımca. Amiyane bir söyleyişle çiçek böcek edebiyatı yapmıyor, çer çöp sayılabilecek kesitleri gözümüze sokmuyor, iç dünya bungunluklarını / bireysel ve baygın varoluş sancılarını üzerimize boca etmiyor. Neredeyse her öyküde biçimsel yenilikler deniyor ama bilinçle kavranılacak, sorumluluk ve muhataplık duygusunu daima hissettirecek güncel ve kültürel kodları da biçimin içine yerleştiriyor. Dilin yalın, simgesel ve imgesel düzeylerini yoklamakla birlikte, toplumsal dramları kurgusal olana sindirmeyi de asla boşlamıyor. Söz gelimi kitabın ilk öyküsü olan Har; belirli bir zaman ve mekâna kayıtlı olmayan ve şiirsel bir anlatıma da evrilen yakıcı bir mazlumluk ve çırpınışı dile getirdikten sonra bizi birden somut ve gerçek bir aktörle, ünlü müfessir ve tarihçi Taberi ile buluşturuyor. Bu bölümdeki cümleler; anlatının geniş bir uzam ve tarihi evlekte gezinmesine rağmen öykünün merkezinde “Harre olayı”nın bulunduğunu söylemeyi ihmal etmiyor. Bir de şu: Şakar, öykülerine, anlam ve kimlik aşılayıcı cümleler serpiştirerek hem temel düzlemi ve güzergâhı daha iyi görmemizi hem de okuyucu olarak sorumluluklarımızı hatırlatmayı başarıyor. Öyküdeki bilinç manzumesi ve devingenlik; okuyucuyu da aktif ve duyarlı olmaya itiyor. Har, Muntazar, Fragmanlar, Hadi, Çemberler başlıklı öykülerde konuşan özneler; zamanda ve mekânda kaymalar yaşamakla birlikte düşünen, hatırlayan, sorgulayan, tavır üreten, kültürel ve siyasal özlerin yüklerini taşıyan, derin ve içli cümlelerle okuyucuya sürekli göndermelerde bulunan, muhatabıyla iletişim kurmakta zorlanmayan figürler. Belki biraz da bu sıcaklık ve geçirgenliğe inandıkları için biz onların çehrelerini, sözü kısaltıp anlamı çoğaltan cümleler içinde görürüz. Alemdağı’nda Var Bir Panço, Ana Haber Bülteni gibi öykülerde de değerlerin karikatürleşmesini ima eden, kurguyla gerçek arasındaki oyuna atıf yapan ve aynı zamanda inançlarla modern yaşayışa özgü algı ve görüntüler arasındaki çelişki üzerinde yoğunlaşan ironik nitelikli aktarımlara tanık oluruz. Sözün kısası anlatım yeni ve özgündür belki fakat anlatılan hep bizim hikâyemizdir; bizim arayış, çırpınış, savruluş, diriliş, tutunuş, dikleniş, kayboluş ve buluşumuzdur.

         Cemal Şakar, Sular Tutuştuğunda kitabında, “müslüman mahalle”nin farklı hâllerine, kişilerine ve tutumlarına ağırlıklı bir yer veriyor. Hikâyât’ta Kur’an merkezli bir aşı ile yenilenen, bileylenen bilinç, bu kitapta yazarının da çeşitli aidiyetlerle bir parçası olduğu daha içeriden, daha yakın bir mekâna yöneliyor. Hikâyât’ta daha çok olumsuz tipler eşliğinde “öteki”nin resmedilmesi üzerinden yürüyen anlatım, bu kitaptaki birçok öyküde “bizimkiler”in üzerine ışıklar düşürmeye yöneliyor. Yazarın bir sonraki kitabı olan Mürekkep’te hem coğrafyası hem de şahıslar kadrosu daha bir zenginleşecek, daha geniş bir insanî hiza kazanacak olan bu tutumun, Şakar öyküsünü farklı kılan bir enerji kaynağı olduğunu belirtmek gerekiyor.

         Kitaptaki öykülerin iki eksende geliştiğini söylemek mümkün: Tarihsel düzlem ve müslüman dünyanın dış müdahaleler, işgaller, katliamlar karşısındaki durumu bunlardan biri. Bir de daha içrek, mahalle içinde olup bitenleri daha minimal, daha kişisel ve eleştirel düzlemde gözler önüne seren öyküler var. Harre vakasına, Kerbela’ya, ABD’nin Irak’ı işgaline (Aralık 2008’de, ABD Başkanı Bush’a “Bu sana veda öpücüğüm köpek!” diyerek iki ayakkabısını da peş peşe fırlatan 29 yaşındaki Iraklı gazeteci Muntazar el-Zeydi’yi anlatan öyküyü okumamak büyük bir kayıp), Irak’ta yaşananlara (Fragmanlar adlı öykü, işgal atındaki Irak’ta haber yapan bir gazetecinin durumunu çarpıcı kesitler ve adeta hareketli bir kamera eşliğinde, içimizi inciterek dile getiren sıra dışı bir öykü), Filistin ve Gazze’ye yüzünü dönen öyküler / bölümler birinci grup öykülere örnek gösterilebilir. Trajediyi melodrama dönüştürmeden sunabilme başarısını içkin olan bu metinler; edebiyatımızın inanç coğrafyamıza şahitliği açısından da ayrı bir yere sahip kuşkusuz. (5)

         Kitabın ikinci yatağını da dış dünyanın, siyasal ve sosyal atmosferin biraz daha geri çekildiği ve kişisel duyumsamaların, dönenmelerin, içdökümlerinin baskın olduğu öyküler oluşturuyor. Kur’an-ı Kerim’in 102. suresi olan; çoklukla övünmenin sapkın tezahürlerini bünyesinde toplayan ve Ömer Seyfettin’in “İlk Namaz” öyküsünü hatırlatan Tekâsür, bunların en güzel, en önemli örneklerinden biri. Muhammed Esed’in de hidayetine vesile olan bu sureyi öyküsüne isim olarak seçen yazar, metinde bu ünlü müellife de yer vererek etkileyici bir sürprizle buluşturuyor okuyucuyu. Arka planında 28 Şubat sürecindeki baskıların yer aldığı Çemberler’in yanı sıra Karşılaşma ve Zindan başlıklı öyküler de ikinci tip öyküler arasında gösterilebilecek özelliklere sahip. Birbirinin evleğinde gezinen, birbirine sokulan bu öyküleri -aralarına duvarlar örerek- kesin bir şekilde ayrıştırmak, kategorize etmek mümkün değil elbette; içeriği kavramada kolaylık olsun diye söylüyoruz bunu. Suavi Kemal Yazgıç’ın belirttiği gibi Bir Derginin Fenomenolojisi, tam bir hesaplaşma, yüzleşme öyküsü.  Ana Haber Bülteni ise her akşam televizyonda seyrettiğimiz bir haber bültenini tekrar ediyormuş gibi görünen ve aynı zamanda mantalite itibariyle bu tutumu ustaca hırpalayan, eleştiren, parodisini yapan bir metin.

         Sular Tutuştuğunda, asra şahitlik etmenin bir yansıması olarak hem hüsran hem de kurtuluş ve sükûnun deveran ettiği öyküler içeriyor. Az da olsa olumlu ve güler yüzlü kahramanları olan anlatılar, bizi gülümseten ve sevindiren bölümler de var kitapta. Bir sonraki kitapta –Mürekkep’te- acının, hüznün, şaşkınlığın, çırpınışın, çağ yangınının neredeyse bütün öykülere sindiği göz önünde bulundurulduğunda, bunların, öyküsü yazılabilen son iyilikler, güzellikler, kişilikler olduğu da ileri sürülebilir. Bu kitapla ilgili olarak şu hususu da belirtmek lazım: Şakar öykücülüğü bu kitapla birlikte tarihsel ilgi ve irtibatların, siyasal vurguların yanına aktüel, sosyolojik, psikolojik dikkatleri daha bilinçli ve çoğul bakışlarla ekleyen bir tutuma evrilmiştir. Çeşitli çözümlemeler yaparken, bilgi ve bilinç dünyasının artalanını sergilerken; didaktik, nostaljik hatta patetik yanıltılara düşmemek açısından da önemli bir örnekliktir. (6)

     

         Mürekkep

     

         Cemal Şakar’ın yayımlanan son öykü kitabı Mürekkep, güzel bir kapak tasarımıyla Ekim 2012’de çıktı. 17 öykünün yer aldığı kitap 100 sayfa. (7)

         Biçim ve biçem arayışları, değişiklikleri, yenilikleri yerleşik, genelgeçer bir boyut kazanıyor artık bu kitapta. Hemen hemen bütün öykülerde biçime yönelik bir çabanın öne çıktığını, dilin büsbütün plastik bir kıvama ulaştığını, aritmik bir tutumun egemen olduğunu söylemek abartılı sayılmaz sanırım. Su aynı olsa da onu barındıran yahut sızdıran küp sürekli değişip yenilenmektedir yani. Bu yönelişin aksine öykülerin içeriğini oluşturan siyasal, toplumsal, aktüel ilgi, kesit ve vurgular ise ileri derecede yoğunluk kazanmaktadır. Güncel gerçekliğe büyük bir dikkat ve duyarlılık ekseninde yaklaşan yazar, dili ve biçimi de alabildiğine zorlamakta; konvansiyonel kalıpların tamamen dışına çıkmaktadır. Türkçe öykü, bu kitapla, modern hatta postmodern hizayı dönüşüme uğratmaktadır adeta. Önceki kitaplara göre çoğul, çoksesli yaklaşım anlatının baskın özelliği hâline gelmiştir. Kamera ve kameraman sayısı artmış, gözlemdeki hiza ve rakım zenginleştirilmiş, öyküler kendi içinde de yeni kesitler ve boyutlanmalar yaşamaya başlamıştır. Kimi öykülerde farklı kiplerle kurulan cümle ya da bölümler iç içe geçmiş, aynı zamanda cümleler iyice kısalmaya hatta eksiltili ifadeler yahut tek sözcükten oluşan ibareler duygu ve düşünce açıklamalarını vermede adeta tek çıkar yol hâline gelmiştir. İçeriğin sıkletiyle biçimin ve dilin yetersizliği arasında kalan öyküler tümel bir gerilim, elektriklenme, cereyanda kalma hâlinin ateşten huzmelerine dönüşmüştür. Öyküyü yer yer yapıbozumuna uğratan bu anlatımda günümüzün dijital olanaklarına yer verildiği de görülmektedir. Farklı karakter ve puntolarla dizilen bölümler, bilincin ve gerçeğin patlama anlarını yansıtıp kaybolan efektler, ilginç monolog ve diyaloglar, kolâjı andıran metinler, bir bütün içinde düet yapan pasajlar, internet eksenli sayıp dökmeler hatta başka öykücülere doğrudan atılan paslarla biten aktarımlar; klasik öykü zevk ve anlayışına bağlı ortalama okuyucuyu abandone edecek bir çeşitlilik içermektedir. Yazar, bu kitabında üstkurmacadan minimal öyküye, sembolik yaklaşımdan sinemasal tekniklere farklı yazınsal tutumlar sergilemektedir. Güncellik de zaman zaman belgesel bir nitelik kazanmaya başlamıştır.

         Öykülerde duygu ile düşüncenin bir sarmal oluşturduğu, daha doğrusu anlık ve güçlü duygulanmalardan kaynaklandığı belli olan tepkimelerin düşünsel bir filtreden geçirilerek dışlaştıkları söylenebilir. Mekânda ve zamanda da hem dikey hem de yatay sıçramalar, geçişler söz konusudur. Dışa dönüklük kendini daima hissettirir. Anlatıcı özne kendi beniyle yahut cemiyetle çatışmaz; farklı toplumsal gözenek ve görüntülerden sızmaya, kanamaya, konuşmaya, görünürlük kazanmaya çalışır. Üzerinde durulan açmazlar, dramlar ve aranışlar; bireysel, içsel ve deneyimlenmiş örneklerden çok, sosyal ve tümel olana doğru esnemeye, genişlemeye yönelir. Bir davanın, inancın, ideolojinin peşindeki insanlar da bu tutuma bağlı olarak ağırlıklı bir yer bulur öykülerde. Şiddet ve terör, Kürt sorunu, milliyetçilik rüzgârı, Mavi Marmara olayı,  Irak’ın işgali, Arakan’da yaşananlar, Afrika’daki açlık gibi somut insanlık olayları öykülerde yer yer açıkça yer yer üstü örtük bir biçimde dile getirilir. Gazete haberlerine, televizyon görüntülerine, face-twetter hâllerine eğilir yazar; bütün bunlardan çoğul ve damıtılmış insanlık dramları devşirir.

         Özellikle şiddetin, kıyımın, katliamların kurbanları ağırlıklı bir yer tutar kitapta. Savaşın, mahrumluğun, şiddetin etkilediği çocuklar, Cemal Şakar öyküsünde ilk kez bu kadar büyük, bu kadar kalabalık bir kadro oluşturur. Öykülerin mihenk noktasını oluşturan gelişme ve olaylar; gerçek kişileri, failleri, aktörleri eşliğinde sunulmaz. Bir ayrıntı, bir kesit, bir zaviye yakalanarak tali figürlerin gözünden, zihninden, dil ve düşünce evreninde aktarılır tanıklıklar. Bu tutum hem öyküyü aktüel olana boylu boyunca yapışıp kalmaktan kurtarır hem de daha sahici, daha etkileyici bir anlatıma ulaşarak gerilimi sürdürme olanağı sağlar. Büyük bir acı ya da mutluluk yaşayan bir insan, duygu ve düşüncelerini anlatmakta zorlanır çünkü; kendini tekrarlamaya, kekelemeye, bocalamaya başlar yahut konuşamaz hâle gelir. Dışarıdan bir göz daha farklı kesitler, parçalar sunabilir, daha fazla ayrıntı üzerinde durabilir, daha sahici ve akışkan bir dil kurabilir. Kişileri ikinci, üçüncü tanıklık dairesinden seçen bu yaklaşım, Cemal Şakar öyküsünün zamanla karakteristiği hâline gelmiş gibidir.Yaşadığımız ülkenin ve yeryüzünün en acılı bölgelerinden görüntüler seçen yazar, böylece öykü içinde bir manevra kabiliyeti de edinmiş olur. Bu öyküleri okurken, bir fotoğraf sergisinde yazarın rehberliğinde gezdiriliyormuşuz gibi bir duyguya kapıldığımız da olur. Fotoğrafların hiçbiri alelade değildir; onlardan yükselen iniltileri, çığlıkları, gülüşleri, haykırışları, sitemleri hemen fark ederiz. Yazarın bize aynı fotoğraftaki farklı kareleri gösterdiği de olur; bizden tez davranıp onları kestiği, eğip büktüğü, çoğalttığı da. (8)

         Kitap; hem adı hem de içeriği, vurguları itibariyle destansı özellikler taşıyan Kılıç adlı öyküyle açılır. Kan, korku, zulüm ve zulmet bütün yeryüzünü kuşatmış, şeytan ve dostları her yere tünemiştir. Tuğyanın ve zorbalığın çeşitli enstantane ve figürler eşliğinde resmedildiği öykünün sonlarına doğru kahramanımız uyanır, dikilir, umuda tutunur, kılıcını aranır:

         “Umdu.

         Ayağa kalktı: Mekke’yi, Medine’yi, Kudüs’ü, Şam’ı, Bağdat’ı, Kabil’i, Somali’yi, Arakan’ı gördü.

         Bir kılıcı olsaydı biçseydi karanlıkları.”

         Müslüman dünyanın uyku ile uyanıklık arasında bir yekinme çabasıdır bu, acının ve çaresizliğin içinde debelenmekten kurtulmak için bir çıkış yolu aramasıdır, yüreğini bir Selahaddin muştusuna yatırmasıdır.

         Kitaptaki ikinci öykü olan Geçişler’de,  müslüman coğrafyada yaşanan savaşta bir Batılı gazetecinin gözünden çocukların yaşadıkları insanlık dışı durumlar aktarılır. Bir sayfa bile tutmayan ve insanın hüznüne, acısına, umuduna melekleri de ortak eden Battaniye; Kasyun Dağı’na, Şam’a, Suriye’ye götürür bizi. Okurken gözyaşlarımı tutamadığım Sesler’de yine bir savaş nedeniyle dağılan ailelere dikkat çekilir. Toplu kıyımlar, bombalar, roketler altında çocukların yaşadıkları dramlar dile getirilir. Çocuklar artık sadece bir ses olmuştur bu öyküde, bir sese dönüşmüştür. Küçük Şeyler Düeti’nde, sürüp giden haksızlıklar, zulümler, öldürmeler ve bunlara karşı insanların aldıkları konumlar, susmalar ve başkaldırmalar öykünün merkezine oturur. Firavunlara, tağutlara, despotlara tavır almayanlar eleştirilir. Güneş öyküsünde Taksim’de yaşanan bir bombalama olayındaki kurban tezgâhtar kızın dramı öyküleştirilir. Önce Vatan öyküsünde, kendini toprağına, vatanına, bayrağına adayan kahramanın yaşadığı çelişkiler çarpıcı ayrıntılarla gözler önüne serilir. Bu öykü aynı zamanda kitaptaki biçimsel deneyimlerin de zirvesidir. Mama öyküsünde, Afrika’daki açlığı bir reklama dönüştüren kapitalist zihniyetin eleştirisi dikkat çeker. Bir fotoğraf, açlığı değil mama reklamını öne çıkaracaktır: “Mama kutusu tam önlerinde; markası okunabiliyor; anne sütüne en yakın olanlardan.” 

        Bıçak adlı öyküde daha içeriden, daha teknik bir konuyu dış atmosferle bütünleştirerek sunar Cemal Şakar. Anlatma sorununa odaklanır. Öykü boyunca bakış açısı, anlatıcı ses, yazar değişir; iç içe geçer. Daha önce değindiğimiz Önce Vatan öyküsü, bu eksende farklı ve içeriden bir cevaptır aslında; bu dikkatle okunabilir. Kitabın son öyküsü olan Bir Tip de temelde benzer bir sorunsala sahiptir. Kafayı zayıflamaya, güzelliğe, bakımlı olmaya takmış bir kadın çalışanın traji-komik yaşayışından harikulade bir ayrıntı yumağıyla örülmüş bir kesit sunan yazar, öykünün sonunda gülümseten bir sürprizle topu birden yeni kuşağın başarılı öykücülerinden Aykut Ertuğrul’a atar: “Gmail’i açıyorum. Bütün notları bir dosya yapıp Aykut’a yolluyorum. Bir hafifliyorum, bir hafifliyorum… Aklım başıma geliyor, bilincim berraklaşıyor. Ohh be dünya varmış!”

         Mürekkep’te göçlere, sıla özlemine ve aynı zamanda modern hayatın kirlerine, cinnetlerine, günahlarına yer veren öyküler de var: Uzak başlıklı öykü ile adına uygun bir içeriğe sahip olan Modern Hayatın Hikâyecisi, bu bağlamda zikredilmesi gereken öyküler.

     

         *

     

         Yazının sonunda şu görüşlerimi de paylaşmak isterim: Cemal Şakar, bazı düşünce yazılarında olduğu gibi öykülerini bir kitapta toplarken de aceleye getiriyor sanki biraz. Belli bir tematik ağırlığa sahip bir kitapta, yapıtın ana izleğiyle, ekseniyle yeterince örtüşmeyen öyküler de yer alabiliyor. Farklı nedenlerden kaynaklanan ve bazen yayın aşamasındaki tasarruflara, tutumlara bağlı olarak gelişen bu durum, birçoğumuzun başına gelebiliyor elbette. Fakat her şeye karşın kitabın bir iç bütünlüğe kavuşmasında; en azından gücünü ve kimliğini pekiştirecek bir tasnife sahip olmasında, kendi içinde bölümlenmesinde fayda var.

         Cemal Şakar öykü alanındaki yenilikçi tutumunu, olgunluğunu, ustalığını artık ispatlamış bir isim. Hem kendi kuşağına da hem de kendinden sonraki kuşaklara yazma coşkusu veren, örnek olan, teknik, düşünsel ve kavramsal bir alan sunmayı da ihmal etmeyen bir yazar. Belki haddimiz değil ama Cemal Şakar’dan bundan sonra –ara sıra da olsa- konu ve anlatım akışı kesilmeyen, bütünlüklü öyküler de okumak istiyoruz. Yeri gelmişken şu hususu da dile getirmiş olayım: Bence sayı ve hacim bakımından hâlâ tamamlanmamış öykülerden oluşan Hikâyat’ın yeni baskısı üzerinde yeniden durabilir, düşünebilir yazar. Benzer bir tematik çaba, başka alanlarda da –söz gelimi seçme hadis rivayetleri, tarihsel olay ve kişilikler…- gerçekleştirilebilir. Bunları sahih ve yetkin bir yaklaşımla öyküleştirebilecek çok fazla yazarımız yok ne yazık ki.

         Şakar’ın daha önce yayımlanmış bazı öykü kitaplarını bir araya getiren Sel ve Kum’un, doğru bir tutum ve seçim içerdiğini sanmıyorum. Toplu öyküleri içeren bu tür çalışmalar, daha ileride ve daha farklı bir şekilde gerçekleştirilebilir; fakat biz Şakar’ın öykü kitaplarını şimdilik ayrı ayrı görmek, okumak istiyoruz. Okur Kitaplığı, bu eserlerin yeni baskılarını müstakil kitaplar hâlinde yapmalı bence.

         “Sular Tutuştuğunda”, “Mürekkep”le bizim “Hikâyât”ımızı yazan Cemal Şakar; gittikçe sessizleşen bir dünyayı yeniden seslendirmek, bu zorlu sıratı kardeşleriyle onurlu, ümitli ve yüzü ak bir şekilde geçebilmek için var gücüyle yazmaya, tanıklık etmeye, koşuşturmaya devam ediyor.

         Çıtayı daima yükseltiyor. Umudumuzu çoğaltıyor. Beklentimizi artırıyor.

         İşi zor. Allah yardımcısı olsun.

         DİPNOTLAR:

        

         1. Ali Emre, İmge, Gerçeklik ve Kültür: Çetin Konulara Aydınlık Bakışlar, İtibar 14,   

             Kasım 2012, s. 84-86.

         2. Cemal Şakar, Hikâyât, Ferfir Yayınları, İstanbul 2010, 88 s.

         3. Ömer Lekesiz, Cemal Şakar Yazmazsa Yanar, İtibar 16, Ocak 2013, s. 48.

         4. Cemal Şakar, Sular Tutuştuğunda, Hece Yayınları, Ankara 2010, 94 s.

         5. Suavi Kemal Yazgıç, Sular Tutuştuğunda, Dergâh 253, Mart 2011, s. 3.

         6. Asım Öz, Cemal Şakar ya da Doğruyu Eğriden Ayıran Bilinç, Tasfiye 33, Ağustos   

             2011, s. 44.

         7. Cemal Şakar, Mürekkep, Okur Kitaplığı, İstanbul 2012, 100 s.

         8. Necip Tosun, Mürekkebi Kurumamış Memleket Meseleleri, Yeni Şafak Kitap Eki, 10 Ekim 2012.