Hemşire odadan çıkarken, gece çoktan pencereyi kaplamıştı, ay battaniyemin üzerindeydi.
Kapanan kapıda kalakaldım. İlaç kokuları, iniltiler, ahlar ortasındaydım. Uzaktan, caddeden siren sesleri, hiç kesilmeyen alarmlar susmuştu. “Bırak elimi kızım. Eniştesiyim. Galiba şoka girdi.” Alarmlar susalı çok olmuştu, her yanı sirenler kaplamıştı. Hurdaya dönmüş ambulanslar yırtınırcasına ikişer üçer kişiyi kaptığı gibi ayakta kalabilmiş hastanelere götürüyordu.
“Adın ne?”
“Şokta.”
Değildim. Duyuyordum. Konuşuyordum. Duymuyorlardı beni. Sesler içindeydim. Sesler içimdeydi. Artık birbirinden ayırt edemediğim sesler gittikçe bir uğultuya dönüşmüştü. Ellerimle kulaklarımı kapatıyordum. Her şey içimde olup bitiyordu. Bombalar, roketler hep içimde infilak ediyordu. “Elleri kilitlenmiş gibi açamıyorum.”
Güneş bahçedeki çimenlere kırık kırık yayılmıştı. Gölgelerimizin üzerine düşüyorduk.
-Bahçeden dışarıya çıkmayın, dedi halam. Gözün Zeynep’in üstünde olsun.
-Tamam, dedi Fatma, olur.
Gözü üzerimdeydi. İki kişiydik, ne oynayacaktık? Bebeğin sağ eli ağzımda; dişlerimin arasında sallanıyordu bebek.
-Çıkar şunu ağzından, duymuyor gibi yapma, çıkar dedim.
Çıkarmadım. Bebeğin sağ elinde minik ezikler, delikler. Zeytin ağacının gölgesine sığındık. Portakallar tomur tomurdu.
Halam çimenlere yayılmış güneşe basa basa geldi.
-Dişleri kenetlenmiş, açamıyorum, napiim, dedi Fatma.
-Yapma kızım, şu pis şeyi çıkar ağzından.
Kahvaltı tabağı önümde duruyordu. Doktor serum bağlayın dedi, açlıktan ölecek. Doktor çıktı. Hemşire ilaç kokularının arasında kalakaldı. Kızdı bana. Aç değildim. Her şey içimde birikiyordu, birikmişti. Açsam ağzımı kusacaktım, içim dışıma çıkacaktı.
Ensemden tutup şefkatle yatırdı beni. Siyah saçlarım dağıldı yastığa, bu benim yastığım değildi, ilaç kokuyordu.
Dışarıya baktım. Güneş pencereden sıyrılıyordu. Battaniyeyi belime kadar örttü. Korkma, dedi, acımayacak, sivrisinek ısırmış gibi. Ağlama ama, dedi. Ağladım. Güneş gözyaşlarımda kırılıyordu. Uslu durmazsan kolunu yatağa bağlarım. “Kaç gündür eve bağlandık, kaldık,” dedi babam. Ne işimiz iş, ne de çocukların okulu okul. Evlerimize fare gibi kısılıp kalıyoruz. Ördükleri duvarlar yetmezmiş gibi bir de sokağa çıkma yasaklarıyla ev hapisleri. Topluca öldürmek kolay olsun diye yapıyorlar.” “Yavaş konuş!” dedi annem “Çocuklar duyacak.” Duyuyorduk. Duvarlar bütün sesleri taşıyordu. Abim “Ağlama!” dedi. Çantamın yanında bebeğimi buldu. Elleriyle başımı okşuyordu. “Korkma! Hep beraberiz işte.” Korkuyordum. Sesler; gece gündüz kesilmeyen sesler içindeydim, içimdeydi. Uğultular, baş dönmeleri, içimi alt üst eden seslerle doluydum. Damarlarıma serum doldukça, bir uyuşukluk. Uzaklaşan sesler. Hatırlamaya, unutmamaya çalıştığım sesler. Hepsi bir uğultuydu, tek bir sesti. Ne annemin, ne babamın, ne abimin sesini diğerlerinden ayırt edebiliyordum. Siren sesleri, vakitsiz öten alarmlar, bomba gürültüleri, yıkılan evlerin hengamesi. Sadece bir sestim, yıkılan evimizden artakalan. Çocuklar dedi babam, çocuklarım, sizde artakalanlardan yeni bir şehir doğacak. Babam konuştu mu, beni bir ağlamak tutardı. Annem, babama kızardı o zamanlar, yine niye ağlattın çocuğu diye.
Halam, nefes nefese daldı odaya. Eğildi eğildi, öptü öptü. Zeytin ve portakal koktu. Yastığa dağılmış kara saçlarımı okşadı. Elini alnıma getirdi. Alnıma evlerinin bahçesini koydu; bahçedeki çimenlere kırık kırık yayılmış güneşi sonra; üzerine düştüğümüz gölgeleri de.
-Sen gitme kızım, dedi halam. Ağladım. Enişten bakar, döner hemen.
Eniştemin gömleğine yapıştım. Toprak koktu. Daha sesli ağladım.
-Gelsin, dedi eniştem. Bıraksam, sen avutamazsın şimdi.
Beline sarıldım sıkıca. İyice hissettim toprak kokusunu.
-Ağlama, dedi halam, kızarak.
Sesli sesli ağladım.
Hızlı hızlı yürüdü eniştem. Elini bırakmadım. “Bırak elimi kızım. Eniştesiyim.” Evimiz bir yıkıntının altında kalmıştı. Eniştem yıkıldı kaldı, sokağın ortasına. Gittim, gölgesine sığındım. “Yetimim” dedi. Göğsüne sıkıca bastırdı. Barut kokuyordu her yan. Evler, sokaklar yoktu. Gece boyu içimde infilak eden bombalardan paramparça olmuştum.
Alarmlar susalı çok olmuştu, her yanı sirenler kaplamıştı. Hurdaya dönmüş ambulanslar yırtınırcasına ikişer üçer kişiyi kaptığı gibi ayakta kalabilmiş hastanelere götürüyordu. Duymuyorlardı beni. Sesler içindeydim. Ben de bir sestim, sesim diğer seslere karışıyordu, bir uğultu içindeydim, bir uğultu içimdeydi, ama duyan olmuyordu.